Paylaş
Türkiye ile Avrupa arasında kabaca 2011 yılına kadar devam eden ve ekonomimizi de güçlendiren sıcak ilişkilerin ardından son yıllarda yaşanan ciddi sorunları bir bütünlük halinde ele almak gerekir.
Zira Türkiye’yi tehdit eden terörizmin en önemli kaynağı Suriye ve Irak coğrafyalarıdır, Ortadoğu’da Rusya ve İran’ın nüfuzu gittikçe güçlenmektedir.
Amerika ile sorunlarımız da bilindiğine göre, Avrupa ile ilişkilerimiz çok daha önemli hale gelmiştir.
HOLLANDA KRİZİ
AB üyeliği şart değil, AB süreci Türkiye’ye büyük yararlar sağlıyor; bunu Başbakan Erdoğan’ın hükümet programlarında görmek mümkündür.
İlişkilerin bozulması iki ana sebepten kaynaklandı: Biri Avrupa’da popülizmin güçlenmesi ve AB’nin genişleme perspektifini kaybetmesi...
İkincisi Türkiye’de temel hak ve özgürlükler konusundaki baskıları 2011’den itibaren Avrupa’nın resmi raporlarla eleştirmesidir.
Ankara bunlara reformlarla ve diyalogla cevap verebilirdi; fakat seçim meydanlarında “Bunlar Haçlı ittifakı” gibi söylemler ağır bastı.
Mart 2017’deki Hollanda krizi iki taraf açısından da tipiktir. Hollandalı politikacılar seçimlerde İslamofobik Bewilders’la yarışa girdiler...
Ankara da Hollanda’da “evet” kampanyası yapmak için diretti.
Halbuki AK Parti, Mart 2008’de Seçim Kanunu’nu değiştirmiş, seçim ve referandumlar için yurtdışında propaganda yapılmayacağı hükmünü getirmişti. (Madde 94/A)
Hollandalı politikacılar sorumlu davranabilirdi, biz de kendi kanunumuzu gerekçe göstererek tansiyonu düşürebilirdik. Olmadı, kriz büyüdü.
‘POZİTİF İVME’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, referandumdan sonra, AB zirvesindeki görüşmelerinde “yeni ve pozitif bir ivme” oluştuğunu belirterek “referandum sürecinde yaşananların geride bırakılması gerekiyor” diye konuşmuştu. (26 Mayıs 2017)
Doğrusu buydu; fakat tansiyonda genel bir düşme olduysa da 2000-2010 dönemindeki pozitif dil ve yön iki tarafta da ortaya çıkmadı.
Ankara, Hollanda büyükelçisine vize vermiyordu. Hollanda dün fiilen bulunmayan büyükelçisini “resmen geri çekme” kararı aldı, “normalleşme müzakerelerine ara verildiğini” de açıkladı. Bu krizi körükleyecek bir gelişme olmamalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüş farkları da olsa Macron’la diyaloğu, Berlin’le krizin bir ölçüde yumuşaması, Vatikan ve Roma ziyaretleri Avrupa ile “yeni ve pozitif bir ivme” için vesile olmalı, Hollanda ile büyükelçi teatisi uygun bir zamanda yapılmalıdır.
YENİDEN REFORM DÖNEMİNE
Yaşadığımız çağda dış politika ideoloji değil diplomasi alanıdır.
Kudüs sorunu ve Vatikan ziyareti de gösterdi; radikallerin dilindeki “Haçlı Siyonist ittifakı” reel hayatta yoktur. Hatta genel Ortadoğu politikalarında Avrupa, Türkiye’ye Amerika’dan daha yakındır.
Avrupa tek renkli de değildir. Kendi ETA ve IRA teröristlerini bile desteklemiş olan marjinaller ve İslamofobikler olduğu gibi, popülizme karşı klasik demokratik değerleri savunan sosyal demokrat, liberal, yeşil ve hatta bir kısım Hıristiyan demokrat partilerle, düşünce kuruluşlarıyla ve aydınlarla Türkiye etkili diyaloglar kurabilir, tabii yeniden reformlara dönerek.
Türkiye-Avrupa ilişkilerinin gelişmesi teröre karşı mücadelemizde de elimizi güçlendirir.
Kaldı ki ekonomimiz için Avrupa hem birinci derecede kaynak hem birinci derecede pazardır.
Paylaş