Paylaş
Şöyle diyor Aygün:
“Kabul ediyorum, orada madalyonun bir de diğer yüzü var. Yani Rumların yaptıkları...”
Aygün’ün işi ideolojiye dönüştürmeyip bu açıklamayı yapmasını olumlu bulduğumu belirtmeliyim.
Metot açısından iki nokta çok önemlidir: Hiçbir karmaşık olay tek kaynaktan öğrenilemez... Olayın tarihsel sebeplerini araştırmadan da doğru değerlendirme yapılamaz.
‘Tek kaynak’la olmaz
RUM tehcirini anlamak için Sotiriyu’yu okuduğumuz gibi Necati Cumalı’nın “Viran Dağlar” ve “Makedonya 1900” adlı eserlerini de muhakkak okumalıyız. Halide Edip, Yakup Kadri, Falih Rıfkı gibi yazarların anılarını ve gözlemlerini, mesela “İzmir’den Bursa’ya” adlı kitabı da mutlaka okumalıyız.
CHP’li Kemal Anadol’un Doğan Kitap’tan çıkan “Büyük Ayrılık” adlı romanını da okumak lazım. Ege’de Türklerle Rumlar arasında asırlarca sürmüş sıcak ve dostane ilişkilerin nasıl etnik çatışmaya dönüştüğünü anlatır. Sotiriyu’nun kitabı Türkçeye çevrildiği gibi, Anadol’un kitabı da Yunancaya çevrilmişti. Makul Türkler ve makul Yunanlar böyle iki taraflı okuyarak çatışma dönemleri yerine dostluk çağlarını emsal alabilirler.
Tarihteki sebepler
1924’e kadar Kırım, Kafkasya ve Balkanlar’dan 3 milyon Müslüman yerlerinden sökülerek Anadolu’ya, 2 milyon Hıristiyan da Anadolu’dan dışarıya göç ettirildi.
19. yüzyılın başından itibaren Rusya ve Balkan devletleri “etnik homojenliğe” dayalı ulus devlet politikası izlediler, toprak kazanma politikaları için Osmanlı’daki Hıristiyanları kullandılar. Osmanlı Hıristiyanları da etnik milliyetçiliğe kapılmışlardı, genelde onları desteklediler.
Türkler ise, toprak kaybetme sırası Edirne ve Anadolu’ya gelinceye kadar hiçbir Hıristiyan etnik grubu tehcir etmediler. Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Trakya’daki Rum tehciri tartışılırken, 11 Ekim 1918 Çarşamba günü Edirne Milletvekili Mehmet Faik Bey’in söylediği şu söz, tarihi gerçeğin özetidir:
“Biz tehciri kendimiz icra etmedik, komşularımızdan öğrendik!”
Son nokta Lozan
ETNİK kimliklere dayalı toprak kazanma siyasetlerinin faciaları yaşandıktan sonra, Lozan’da nüfus mübadelesine (değişim) karar verildi. Aslında görüşmeler 1914’te başlamış, savaş yüzünden kalmıştı. Hele de Anadolu’daki Yunan işgali sırasında yaşanan facialar üzerine bir arada yaşamak mümkün değildi.
İsmet Paşa’nın 23 Ağustos 1923 Perşembe günü Meclis’teki uzun konuşmasından birkaç cümleyi bugünkü Türkçeyle buraya alıyorum:
“Sivil ve yerleşik ahalinin öteden beri alıştıkları araziden, çevreden ve ortamdan zorunlu olarak uzaklaştırılmalarından elbette teessür duyarız. Fakat bizim rolümüz olmaksızın yaşanmış olaylar bazı unsurlarla birlikte yaşama imkânını ortadan kaldırmıştı. Durumun zorunlu kıldığı çareyi (mübadele) kabul etmek mecburiyeti hasıl oldu...”
Bugün Kıbrıs’a bakın, İsmet Paşa haklı değil mi?
Tarih tekerrür etmesin
1800’lerin ilk çeyreğinden 1900’lerin ilk çeyreğine kadar yaşanmış olan kanlı “uzun yüzyıl”, artık 21. asırda tekerrür etmemelidir. Tarih, geçmişin öfkelerini günümüze taşımak için değil, öfkelere yol açan olayları günümüzde yaşamamak için ders almak üzere okunmalıdır.
Dilimiz öfke değil, müzakere dili olmalıdır.
CHP’liler “öfke” ile davranıp Hüseyin Aygün’ü ihraca kalkarlarsa, bu çok yanlış olur. Aygün’ün de kendi doğrularını anlatmada daha özenli bir dil kullanması gerektiği açık.
Paylaş