Paylaş
Oluyor işte. Türkiye ve dünyada tek örnek de değil. Ölümü, silahı metot olarak seçecek kadar fanatik olan hareketlerin taraftarları da böyle oluyor.
Kürt hareketinde Leyla Zana’dan daha kıdemli, daha çok emek vermiş, daha çok
acı çekmiş bir aydın olan Orhan Miroğlu ise bakın ne diyor:
“Silah ve şiddet hiçbir şeyin sigortası değildir! Şiddet ve silah ne devlet ne de PKK ve Kürtler için sigorta değildir artık!” (Taraf, 13 Ocak)
Sigorta olmadığı, otuz yıldır kan akmasından belli.
KCK sorunu
Miroğlu’nun yeni çıkan “Silahları Gömmek” adlı eserini de tavsiye ederim. PKK’nın KCK vasıtasıyla Kürt hareketi üzerinde totaliter bir denetim kurarak legal BDP’yi siyasi aktör olmaktan çıkardığını anlatıyor. Çözümün bu yüzden tıkandığını belirtiyor. Evet, “demokratik çözüm” diyoruz da, bunun için tarafların demokratik olması gerekir. BDP üzerindeki KCK kontrolü bunu engelliyor. Onun için Miroğlu, legal bir parti olan BDP’nin PKK-KCK karşısında “özerkleşmesi”ni istiyor. “Umut BDP’nin KCK’leşmesinde değil, KCK’nin BDP’leşmesindedir” diyor.
Gerçekten BDP özgür bir parti olabilse oy almak için Kürtler arasındaki duyguları, görüşleri, değişik eğilimleri dikkate alır, zamanla Sin Fein gibi müzakereci bir parti haline gelir... Halbuki KCK Kandil’in uzantısı olduğu gibi BDP’nin böyle özgür bir parti olmasını da engelliyor. KCK, vakti geldiğinde düğmeye basmak üzere şehirlerde sabotaj, bombalama, katliam, ayaklanma gibi eylemleri yönetmek üzere örgütlenen totoliter bir mekanizmadır.
Öyleyse KCK soruşturması isabetli mi? Elbette isabetli... Dikkat edilmesi gereken nokta tutuklamalarda aşırıya gidilmesinin Kürt kitlelerde yaratacağı reaksiyon duygularının Kürt hareketini daha da militanlaştırmasıdır; neticede PKK’nın işine yarar.
“Ölçülülük” bu bakımdan da, hukuk yönünden de son derece önemlidir.
Demokrat olabilmek
Türkiye dahil Ortadoğu’da Kürtler uluslaşma süreci yaşıyor. Cumhuriyet’in kurucuları da ileride Türkiye’nin bu sorunla karşılaşacağını öngörmüşlerdi. Atatürk’ün, İnönü’nün, Karabekir’in bu konuda sözleri artık sır değil.
Böylesine ciddi bir sorundur bu.
Etnik milliyetçilik örneği olan Balkan halklarının uluslaşması sürecinde, 1820’den itibaren o zaman “komitacılık” denilen terör hareketleriyle tam yüz yıl süreyle oluk oluk kan akmıştı! Bunların yanında 1991-95 arasındaki Bosna faciası küçük kalır.
Türkiye’deki Türkler ve Kürtler bugün imparatorluk coğrafyasıyla mukayese edilemeyecek kadar iç içe geçmişlerdir. Herkesi bin pişman edecek korkunç facialar olmadan sınır çizmek imkansızdır.
Böyle bir toplumda Leyla Zana talihsiz sözleriyle maalesef çok kötü bir “komitacılık” tahriki yaptı. İstanbul’da bulunan 7 kilogram bomba neyin sigortasıdır? Kaç anneyi, kaç çocuğu, kaç insanı öldürecekti?!
Herkesi bin pişman edecek facialar istemiyorsak, demokratik metotları benimsemek ve normal sosyolojik süreci silahla zorlamaktan sakınmak gerekir.
Çözüm diyorsak, İngiltere’deki gibi bir demokrasi ve Sin Fien gibi demokratik bir etnik parti gerektiği bellidir. Vekilleriyle ve teşkilatıyla BDP’liler demokrat olabilseler bu yol açılır.
Paylaş