Paylaş
Onun için “belirsizlik” deniliyor.
İngiltere’nin AB’den ayrılması... Fransa, Macaristan ve Polonya’da aşırı sağın ve otoriter yönetimlerin yükselişi... Amerika’da Trump’ın seçilmesi...
Liberal demokratik kurumlara “halk”ların güven kaybı ile küreselleşmeye duyulan tepkiler “popülist” ve otoriter eğilimleri her yerde güçlendiriyor. Fakat popülist akımların tepkisel davranışlardan öte programları yok.
Bu yüzden “Nereye?” sorusunun cevabını kimse veremiyor.
Böyle bir süreçte Avusturya ve İtalya’da sandıktan çıkan sonuçlar önemlidir.
AVUSTURYA’DA POPÜLİZM YENİLDİ
Avusturya’da cumhurbaşkanını bizdeki gibi halk seçiyor. Fakat orada cumhurbaşkanı tamamen sembolik. Guardian’ın yazdığı gibi, halkın seçtiği Avusturya cumhurbaşkanının, parlamentoca seçilen Alman cumhurbaşkanı kadar bile siyasi gücü yok.
Fakat aşırı sağcı biri oraya oturursa, arkasından aşırı sağ iktidara gelebilir korkusu vardı.
Fransız aşırı sağının lideri Marine Le Pen, bu beklentisini açıkça ifade etmişti.
Fakat Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla pazar günü tekrarlanan seçimleri aşırı sağcı Norbert Hofer kaybetti, Yeşillerin ve Liberallerin desteklediği Sosyal Demokrat Alexander Van der Bellen kazandı. 3.3 puan oy farkıyla da olsa.
Şöyle diyor yeni Cumhurbaşkanı Bellen:
“Özgürlük, eşitlik ve birlikteliğe dayanan Avrupa yanlısı bir Avusturya!”
Popülist söylemden ne kadar farklı olduğu belli.
Almanya Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel seçimleri “Sağcı popülizme karşı sağduyunun açık bir zaferi” olarak niteledi.
İTALYAN USULÜ DEMOKRASİ
İtalya seçim sistemindeki kusurlar yüzünden 69 yılda 63 hükümet değiştirerek “yönetemeyen demokrasi” örneği olmuştu. Merkez Sol Demokrat Parti’den Başbakan Matteo Renzi, Mayıs 2015’te anayasa değişikliğine önderlik ederek “yüzde 40 oy alan partinin iktidara gelmesi” kuralını getirdi.
Başkanlık sistemine geçmek gibi karmaşık bir yola gitmek yerine parlamenter sistemi “rasyonalize” etme konusundaki örneklerden biridir bu.
Renzi son olarak, meclisin değil senatonun yetkilerini daraltmak ve yasama faaliyetini hızlandırmak amacıyla anayasa değişikliğine gitti, fakat referandumda yüzde 60 hayır çıktı.
Ben İtalyan olsam “evet” derdim, çünkü parlamenter sistemin işlerliği artar, iktisadi reformun yolu açılırdı.
Fakat halk Renzi’nin “tek adam” olmasından endişe etti, hayır dedi. Renzi de istifa etti.
Peki, bundan sonra ne olacak? Bu sorunun cevabı yok!
İtalya’da beklendiği gibi “5 Yıldız Hareketi” iktidara gelebilir. Bu parti de popülist özelliklere sahiptir, İtalya’nın ‘Avro Bölgesi’nden ayrılmasını savunuyor.
Renzi’nin yenilmesiyle bu ihtimal güçlendiği için Avro dolar karşısında değer kaybetti.
POPÜLİZM-KRİZ SARMALI
Siyaset biliminin büyük isimlerinden Joseph LaPalombara’nın “Democracy Italian Style” adlı bir kitabı var, “yönetemeyen demokrasi” döneminde 1987’de yayımlanmıştı. Bir tür “Akdenizli” diyebileceğimiz senli benli, patronajlı, kayırmacı siyasi kültürün İtalyan demokrasisini nasıl şekillendirdiğini anlatır.
İtalyan demokrasisi toparlanırken, şimdi popülist “5 Yıldız Hareketi” ile yeni bir savrulma ve korkarım dağılma dönemine mi girecek?
Bu sorunun da cevabı yok.
Genelde dünyada ve bizde popülist duygular, milliyetçi retorikle yürütülen korumacı ve illiberal eğilimler güçleniyor. Bu da ekonomik krizi aşmayı zorlaştırıyor. Bütçe sunuşunda Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal da korumacı eğilimlerin dünya ticaretini daralttığını belirtti.
Bir sarmal mı? Popülizm ve korumacılık dünya ticaretini daraltıyor; ekonomik daralma popülizmi besliyor.
Paylaş