Paylaş
Okurlarımın bir kısmı bu desteğimi eleştirmek için yazıyorlar, onlara göre AKP baştan beri kötüydü...
Öbür okurlarım ise “Ne değişti de AK Parti’yi eleştiriyorsun?” diyorlar; aynı lider, aynı parti değil mi?!
Tabii her okur dilediği gibi düşünmekte hürdür. Ayrıca “okur” diye tek bir tip olmadığı da belli. Ben bu mail’lere biraz da siyasi kültürümüze ilişkin anket verileri gibi bakıyorum. “Taraftar” gazetelerin öfkeli manşetlerinde ve TV’lerdeki ateşli konuşmacılarda da aynı siyasi kültürü görüyorum: Liderlere ya da partilere tutkuyla bağlılık veya öfkeyle karşıtlık şeklinde bir siyasi kültür.
Futbol takımı tutar gibi...
2010 VE 2013
2010 referandumunda “evet”i kuvvetle destekledim. O zaman “hayır” diyenlerden tepkiler gelirdi.
Referandumda, benim “evet” dememin hukuki ve siyasi sebepleri vardı: Referandumla sivilleşmenin ve kuvvetler ayrılığının gelişeceğini düşünüyordum. Mesela şöyle yazmıştım:
“Teftiş Kurulu’nun ve adli bürokrasinin Adalet Bakanlığı’ndan alınıp HSYK’ya verilmesi çok isabetlidir.” (Milliyet, 17 Mart 2010)
Çünkü hâkim ve savcıları denetleyen Teftiş Kurulu eğer Adalet Bakanlığı’na bağlı olursa orada kuvvetler ayrılığı çok sakatlanmış olur... Ben elbette “evet” diyecektim.
Fakat, üç yıl geçti, “aynı parti, aynı lider” olarak Sayın Erdoğan çıktı, dedi ki:
“Adalet Bakanlığı’nın elinde olan yetkiyi HSYK’ya devrettik, orada bir yanlışlık yaptık!” (Star, 29 Aralık 2013)
Ve ardından HSYK’daki Teftiş Kurulu’nu Adalet Bakanı’na bağımlı hale getiren “kanun teklifi”ni Meclis’e verdirdi. Ufak rötuşlarla Meclis’ten geçti, şimdi Sayın Cumhurbaşkanı’nın önünde.
Arşivimde böyle uzun bir liste var, bu tek örnekle yetiniyorum
DÜN DÜNDÜR...
Temel mesele şudur: Hâkim ve savcıları denetleyecek müfettişler Adalet Bakanı’na bağımlı olsun mu, olmasın mı?!
Siyasi tercihleri her şeyin üstünde tutanlar “adamına göre” diyebilirler, “Dün dündür...” de diyebilirler.
12 Eylül rejimi de “kendi adamları”nın “kurulu düzen”e hâkim olacağını düşünerek Teftiş Kurulu’nu bakanlığa bağlamıştı! Yanlış yapmıştı, şimdi de AKP iktidarı aynı yanlışı yapıyor.
Dün referandumda “evet” demek, fakat bugün iktidarın adliye müfettişlerini bakanlığa bağımlı hale getiren “kanun teklifine” destek vermek, bir hukukçunun asla yapamayacağı bir ilkesizlik olur. Ancak “siyaset”i hukukun üstünde tutarak bu mümkündür!
Benim gözümde hukuk, siyasi tercihlerden üstündür.
BAĞIMSIZ AYDIN
Dün AKP’yi desteklememin sebebi, muhafazakâr değerleri paylaşmamın yanında, kuvvetler ayrılığı ilkesini, AB normlarının hayata geçirilmesini, liberal demokrasiyi, piyasa ekonomisini prensip olarak savunmamdı.
İktidarın bu ilkeler yönündeki üç “Yargı Paketi”ni destekledim, fakat dün Meclis’ten geçen Dördüncü Yargı Paketi’ni kuvvetle eleştiriyorum, çünkü yargıyı Başbakan’ın deyimiyle “tutuk ve çekingen” yapacaktır!
Demokrasilerde partilerin “taraftar” kitleleri olur, olmalıdır da... Bunlar partiler sistemine istikrar kazandırır. Fakat Karl Popper’in deyişiyle, iktidar faktörüne “Kim?” diye değil, öncelikle “Nasıl?” diye bakan, partilerden bağımsız aydınlar ve seçmenler de bulunmalıdır; demokraside ılımlı tavırlar böyle gelişir. İster toplum ister aydınlar katında geçişkenliği olmayan, adeta düşman kabilelere bölünmüş bir toplumda demokrasinin de, hukukun da işi çok zordur. Bundan büyük endişe duyuyorum.
Paylaş