Paylaş
19. yüzyılda Türk dünyasında Kazanlı Şahabettin Mercani, Osmanlı’da Cevdet Paşa, Namık Kemal, Arap dünyasında Muhammed Abduh gibi...
Bu isimler “Batı’nın ilim ve fenni”ne büyük ilgi duydukları gibi hak ve hürriyetler konusunda klasik fıkıh kitaplarını aşan yeni görüşler geliştirmişlerdi.
‘KANUN’ VE ‘İSTİBDAT’
Bizde modern “kanun” fikrinin öncüsü Cevdet Paşa’dır. Kuvvetler ayrılığı ve parlamento fikrinin öncüsü Namık Kemal’dir.
Fransız Ernest Renan İslam’a haksız hücumlar yaptığında medresenin haberi bile olmadı, ona cevabı Namık Kemal yazdı.
İkinci Meşrutiyet İslamcılarından Şehbenderzade Ahmet Hilmi Bey Emevilerden itibaren İslam tarihinin bir istibdat tarihi olduğunu, istisnai dönemlerin az olduğunu, bu yüzden vatanın harabe haline geldiğini söylüyordu!
Bu görüş bir ölçüde aşırı bulunabilir, önemli olan özgürlüğü savunmasıdır.
Said Nursi de İslam dünyasının geri kalmasında, “çeşit çeşit bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdat”ı en önemli sebepler arasında zikrediyordu.
Bugünkü İslamcılar bu sorunları ne ölçüde konuşuyorlar?
OSMANLI İSLAMCILARI
İttihat ve Terakki’ye yakın modernist İslamcılardan bahsetmeyeceğim. Hürriyet ve İtilaf yanlısı Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin şu satırlarına bakın:
“Meşrutiyet’te İslam ve Hıristiyan dünyevi hukuk bakımından eşit olacak demektir... Dünya işlerine ait olan bu gibi hususlarda eşitliği gözetmek gerekli olup dini ve itikadi konulara gelince elbette Müslim başka Gayrimüslim başkadır... Ancak bu yoldaki İslamlık ve Hıristiyanlık farkı yalnız camilerde, kiliselerde zâhir (görünür) olmak lazım gelir.”
Sultan II. Mahmud veya Tanzimat’ın bir devlet adamı yazmış gibi, değil mi?
Bu konularda değerli bilim insanı Prof. İsmail Kara’nın “Din ile Modernleşme Arasında” adlı kitabını tavsiye ederim. (Dergah Yay.)
Yukarıdaki satırlarda “dünyevi hukuk, dünya işleri” gibi kavramların önemini hatırlatmama gerek var mı?
MESELENİN ÖZÜ
Zamanımızda ise Prof. Hayrettin Karaman, dini inanç ve hayat tarzları ne olursa olsun herkesi eşit tutuyor diye demokrasiyi eleştiriyor! (Yeni Şafak, 29 Mayıs 2014)
Meselenin özü şudur: Tanzimat’tan itibaren Batı bilimiyle tanışarak yetişen İslamcılar hayatın gerçeği içinde çağın getirdiği sorunları görüyor, “asrın idrakine hitap” etmek için çalışıyordu.
Bunlar unutulup Mevdudi ve Seyyit Kutup gibi politize İslamcıların tercümeleriyle ‘endoktrine’ olunca ortaya sağlıksız bir “siyasal din” anlayışı çıktı.
İşte, çok zengin bir laboratuvar olan Osmanlı tarihine “yaşanmış tecrübeler” diye değil, idealize ederek bakıyorlar.
Araştırma ve düşünme değil, heyecan ve hamaset ağır basıyor; kitleleri mobilize etmek için siyasetin de işine geliyor bu.
Fakat bu yüzden yüksek manevi ve ahlaki değerler aşınıyor.
BU ÇAĞIN SORUMLULUĞU
Halbuki “mümin insan”ın ahlaki ve ruhani olgunluğu, uhrevi sorumluluk duygusu ve kul hakkı şuuru asla “siyasi aktivist” tipiyle bağdaşmaz.
Samimi Müslümanlara İslam’ın manevi ve ahlaki değerlerini yüksek entelektüel düzeyde ifade edebilme sorumluluğu düşüyor.
“Sorumluluk ahlakı”nın gerçekleşmesi için çağımızda tek geçerli yol olan kuvvetler ayrılığı, hesap verirlik, denetim ve denge gibi kurumların arkasındaki modern hukuk felsefesine sahip olmak gerekir.
Avrupa Rönesansı’na kaynaklık yapan İslam medeniyetinin “istibdat” asırlarında değil, fikir çeşitliliği ve özgür tartışmalar döneminde gerçekleştiğini de unutmamak lazım.
Paylaş