Paylaş
Dünkü Hürriyet birinci sayfadan vermişti: Uzaya maymun yolladığını iddia eden İran, şimdi de “dünyanın en gelişmiş savaş uçaklarından biri”ni yapmış. “Gelişkin maddeler”den imal edilen bu jet uçağı radara yakalanmıyormuş.
İngiliz The Economist dergisinin son sayısında yayınlanan bir yazıyı hatırladım. “Asırlarca süren durgunluktan sonra bilim İslam dünyasında geri dönüyor” başlıklı yazıda, 13. asra kadar müspet ilimlerde İbni Sina, İbn Heysem, Harizmi, Biruni gibi büyük bilginler yetiştiren İslam dünyası, bugün Nobel fizik ve kimya ödülü almış iki bilgin çıkarabilmiş! Üstelik onlar da Batı üniversitelerine yerleşmişlerdir... Pakistan’daki Kaid-i
Azam üniversitesinde üç cami var, dördüncüsü planlanıyor ama tek kitapçı yok bugün!...
İslam ülkelerinde bilim
Fakat son zamanlarda bir uyanış var. Dergi, Suudi Arabistan, Katar, Mısır gibi ülkelerden örneklerle Müslüman ülkelerin bilim ve teknolojiye artık daha çok yatırım yaptığını anlatıyor. Önde giden, Türkiye’dir. Türkiye’de bilimsel yayın sayısı 2000 yılında 5.000 iken 2009’da 22.000’e çıkmıştır. Dergi, aynı yıllarda İran kökenli bilimsel yayın sayısının 1.300’den 15.000’e yükseldiğini de vurguluyor.
Bu konuları “Bilim ve Yanılgı” adlı kitabımda ben de ele almıştım: 1980 öncesinde İran bilimsel yayınlarda Türkiye’nin çok ilerisindeydi. 1980’den itibaren trend değişti, Türkiye sayısal olarak da kalitatif olarak da öne geçti. Bunun birçok kurumsal ve siyasi sebepleri var.
Bugün bilimde İran’ın bizden önde olduğu dallar akışkanlar fiziği ve partiküler fiziktir. Burada İran’ın nükleer programını hatırlamalıyız. ‘Hayalet uçak’ yapmaları da askeri bir programdır. İran bazı kimya dallarında da Türkiye’nin önündedir petrol sebebiyle.
Bunların dışında bilimin bütün alanlarında, hatta din bilimleri dalında da Türkiye uluslararası indekslerde İran’ın önündedir.
Netice: Bilime daha çok yatırım yapmak, zihinlerde bilime daha çok itibar etmek gereken bir çağdayız.
Ahmet Türk’e bir not
Sayın Ahmet Türk, “Dedelerimizin elleri kanlı” diyerek Ermenilerden, Süryanilerden, Ezidiler’den özür diledi, bunda mesele yok. Fakat “Kürtler kullanıldı” diyerek asıl suçlunun başkaları olduğunu söylemekten de geri kalmadı. Neyi kastettiği açık. Türk’ün bu yaklaşımı maalesef ‘etnik’tir; tarihi gerçeğe de aykırıdır.
Türk, ittihat ve Terakki’nin 1915’teki tehcir kararını mı Abdulhamid’in 1891’de Doğu illerinde kurduğu Hamidiye Alayları’nı mı ima ediyor, bilmiyorum.
Kendisine 1878 tarihli Berlin Anlaşması’nın 61. maddesini hatırlatmak istiyorum:
“Osmanlı hükümeti, Ermenilerle meskûn vilâyetlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği reformları gecikmeden yapmayı ve Çerkezlerle Kürtlere karşı onların güvenliğini sağlamayı taahhüt eder...”
Bu gerekçeyle Doğu’da Ermeniler silahlandı, çatışmalar arttı.
Sonrası malum.
Etnik ayırım yanlış
Ermeni komitaları Doğu Anadolu’yu, Ermenistan yapmak istiyor, her kesimden Müslümanlar karşı çıkıyordu. Kafkasya’dan tehcir edilen Çerkezler öfkeliydi.
Şehirli Kürtler değil, Kürt aşiretleri de Ermenilerin arazi ve emlakine el koymak istiyordu. Bu konuda Kürtlerin bilge isimlerinden Canip Yıldırım’ın “Hevselin Bahçesinde” anlattıklarını okumak gerekir.
Uzun ‘Ermeni sorunu tarihi’nde Ermeniler tek tip değildir. Türk, Kürt ya da Çerkezlerden de Ermenilere iyi davrananlar olmuştur, kötü davrananlar olmuştur, ama hiçbiri etnik grup olarak davranmamıştır.
Bugünün ‘etnik’ anlayışını geçmişe yamamak hem etik hem tarihi olarak çok yanlıştır.
Paylaş