Hukuk mu, demokrasi mi?

FEVKALADE önemli bu soruyu, AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik gündeme getirdi.

Haberin Devamı

Kanada’da katıldığı yemekli bir toplantıda Ömer Çelik’e sormuşlar: Seçmek zorunda kalsanız hangisi önceliklidir, hukuk mu, demokrasi mi?

Tek kelimeyle cevap istemişler.

Ömer Çelik “hukuk” diye cevap vermiş.

Sizce bu doğru mu, yanlış mı?


NİYE BU SORU?
Sayın Ömer Çelik’e niye böyle bir soru sordular acaba?

“Popülist demokrasi” denilen otoriter eğilimlerin sandıktan çıkarak güçlendiği bir konjonktür yaşanıyor bütün dünyada. Sandıktan çıktıkları için demokratik; fakat aynı zamanda otoriter yönetimler bunlar.

Amerika’da Trump kazandığında birçok kimse güvence olarak “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin orada güçlü olduğunu, Yüksek Mahkeme’nin özgürlükleri koruyacağını söylemedi mi?

İşte bu, işin “hukuk” tarafıdır.

Macaristan’da halkın oyuyla iktidara gelen popülist sağcı Başbakan Victor Orban bütün literatürde “popülist otoriter” olarak tanımlanır. Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi’nin kompozisyonunu kendi lehine değiştirdi. Mahkeme Başkanı Andras Baka boyun eğmedi, AİHM nezdinde şerefli bir hukuk mücadelesi verdi ve hiç olmazsa hukuken kazandı.

İşte bu da “hukuk” tarafına bir örnek.

Literatürde Putin “otoriter popülist” liderlerin tipik örneğidir. Üstelik Rusya’da “hukuk” güçlü değildir.

Bu örnekler Ömer Çelik’e niye böyle bir sualin sorulduğunu yeterince anlatıyor. Otoriterleşme eleştirilerine maruz kalan iktidarın öncelik sıralamasını anlamak istedikleri belli.


‘HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ’
Ömer Çelik siyaset bilimi formasyonuyla sualin içerdiği ‘tuzağa’ düşmemiş, “hukuk” diye cevap vermiş.

Cevabı siyaseten zekice olduğu gibi akademik bakımdan da kesinlikle doğrudur.

Zaten “hukukun üstünlüğü” demiyor muyuz?!

Fakat toplumlarda hukuk kültürü ve kurumları yeterince güçlü değilse sandıktan çıkan siyasi irade otoriterleşebiliyor.

Bugün gelişmiş demokrasilerde bile bu rüzgârlar esiyor.

Ömer Çelik’in cevabındaki şu örnek mükemmeldir:
“Sokrates gibi bir insanı oylama ile öldürdüler! Hukuk olmaz ise olmaz.”

İşte bütün mesele bu.

Sokrates’leri, Hallac’ları, Molla Lütfi’leri, jakobenlerin giyotine gönderdiği kimya bilgini Lavoisier’leri “öldüren” iradenin oylama mı, ferman mı, devrimci diktatörlük mü olduğu ne fark eder?!


HANGİ DEMOKRASİ?
Akademik literatürde bu sorunu, benim bildiğim, ilk sistemleştiren liberal düşünür Jacob Leib Talmon’dur. 1952’de çıkan “The Origins of Totalitarian Democracy” adlı eserinde jakoben, faşist ve Bolşevik sistemlerinin “demokratik” olma iddialarını tahlil etti. Jakobenler “milli irade”yi, Bolşevikler “emekçi çoğunluğu”nu temsil ettikleri için demokratik olduklarını söylüyorlardı.

Lenin’in tanımı “demokratik diktatörlük” değil miydi?!

Karl Schmidtt “Nazilerin halk iradesini temsil ettiği”ni yazmamış mıydı?!

Talmon “çoğunluk” onaylasa bile “kuvvetler birliği”ne dayalı yani erkleri bir makamda toplayan sistemlerin otoriter, dahası totaliter olduğunu gösterdi.
Bütün bunlar Rousseau’nun “halk iradesi bölünmez; kralın iradesi sınırlandırılır, halkın iradesi sınırlandırılmaz” teorisinin lanetli sonuçlarıydı.
Totaliter rejimler çağımızda Kuzey Kore gibi birkaç yerde kaldı.

Bugün “illiberal demokrasi, delegatif demokrasi, popülizm” gibi kavramlarla ifade edilen eğilimler moda.

Eminim geçici moda... Popülizmin ıstıraplı tecrübeleri yaşanacak, ekmeği büyütmenin yolunun da hukukun üstünlüğüne dayalı liberal demokrasi olduğu görülecek.

Ömer Çelik’in zeki ve isabetli cevabının hayata geçmesini diliyorum tabii.

Yazarın Tüm Yazıları