Paylaş
YARGITAY Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk geçen cumartesi günlüğüne şunları yazdı:
“Dün akşam haberlerinde tutukluları salıveren asliye ceza mahkemesi yargıçları terör suçlamasıyla tutuklandılar, tutuklanıyorlar.
Şaşkınlıklar ve kaygılar içindeyim. Suçlananlar ile yargılayanların izlerinin birbirine karıştığı noktadayız. Türk olmanın kıvancını, böyle bir yargıya sahip toplumun üyesi olmanın utancını birlikte yaşıyorum.
Herkes aklını başına toplamalı, yargının nasıl bağımsız ve yansız kılınacağını iyi niyetle düşünmelidir.”
Sami Selçuk’un çok değerli bir hukukçu olduğunu belirtmeliyim.
HUKUK SİYASETTEN ÜSTÜNDÜR
Sami Bey’in günlük tuttuğunu, anılarını yazmakta olduğunu öğrenince çok sevindim. Hukuki eserlerinin yanında anıları da hukuk kültürümüze çok değerli bir katkı olacaktır. Yayınlandığında sanırım bazılarının yüzü kızaracak, bazıları onur kazanacaktır.
Şunu da hatırlatayım ki, 28 Şubat yargısı Tayyip Erdoğan’ı haksız yere mahkûm ettiğinde Sami Selçuk “Yargıtay kararı hukuku temelinden yıkmıştır” diyerek kitap yazmış, 28 Şubat hukukuna karşı çıkmıştı.
Aynı Sami Selçuk, 2014 yılında “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına Beş Mektup” kitabını yayınlayarak yeni güç sahiplerinin hukukuna da karşı çıktı.
Hukukta elbette yorum farkları olur fakat Sami Selçuk, hukuku siyasetten üstün tutan bir hukukçu örneğidir.
HÂKİMLERİ TUTUKLAMAK!
Tutuklu meslektaşımız Hidayet Karaca ve polisler hakkında tahliye kararı veren Asliye Ceza Hâkimleri Metin Özçelik ve Mustafa Başer, biliyorsunuz tutuklanmıştı.
Daha önce de yazdım, bu hâkimlerin tahliye kararı verme yetkisi yoktu.
Fakat bunun hukuktaki yaptırımı, iki hâkimin tutuklanması mıdır? Asla.
Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 88. maddesi aynen şöyle:
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halleri dışında suç işlediği ileri sürülen hâkim ve savcılar yakalanamaz, üzerleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez. Ancak, durum Adalet Bakanlığı’na derhal bildirilir.”
Kanun, hâkimlerin sorguya bile çekilemeyeceğini söylüyor, daha ileri gidildi, tutuklandılar!
Mesele iki hâkimin tutuklanmasının ötesinde vahimdir. “Hâkim teminatı”nın en önemli maddelerinden biri böyle çiğnenerek bütün hâkimlere gözdağı verildi.
İki hâkimin tutuklanmasını kitaba uydurmak için “suçüstü” kavramından bahsedilemez. Bu hâkimlerin 26 Nisan’da verdiği tahliye kararını 1 Mayıs günü “suçüstü” saymak akla ziyandır.
BU GİDİŞLE...
Yapılabilecek kanuni işlem, HSYK 3. Dairesi’nin “müfettiş” göndermesiydi. Hafta sonu olduğu için HSYK toplanmadı. Kaçan göçen bir şey de yoktu, birkaç gün sonra da olabilirdi. Fakat Cumhurbaşkanı’nın “geciktiler” diye HSYK’yı eleştirmesinden anlıyoruz ki, yürütme erki yıldırım operasyon istiyordu.
Bunu Adalet Bakanlığı yaptı, HSYK’nın “müfettiş” göndermesini baypas etti. İstanbul’daki rutin “denetçi”yi “müfettiş” gibi kullandı. İki gün sonra da HSYK “Geciktiğimiz için özür dileriz” diye açıklama yaptı!
İki hâkimin tutuklanması, İlhan Cihaner hakkındaki talihsiz işleme de benzetilemez. Çünkü o zaman CMK’nın 251. maddesinde böyle bir yetki vardı. 2012 Temmuz’unda çıkan kanunla bu yetki kaldırıldı.
Hele de hâkimlerin “silahlı örgüt üyesi” ve “hükümeti devirmeye teşebbüs” diye suçlanmaları, Prof. İzzet Özgenç’in “Suç Örgütleri” adlı kitabındaki tanımla, tam bir “akıl tutulması”dır.
Hâkimler tahliye edilmeli, normal hukuki usul uygulanmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB’ye “Türkiye guguk devleti mi?” diye tepki göstermişti. Fakat bu gidişle hukukun guguk olmasına az kaldı.
Paylaş