Paylaş
Körfez ülkelerinden Katar’ın başkenti Doha’ya uçuyoruz. Başbakan Erdoğan uçakta gazetecilerin yanına gelerek hayırlı yolculuklar diliyor. Kısa sohbet sırasında ben sözü Türkçeye getiriyorum, Trump Kuleleri’nin açılışında yaptığı konuşmadaki Türkçe hassasiyeti için kendisini kutladığımı söylüyorum.
Başbakan konuyu daha geniş ele alıyor, sadece İngilizce istilası değil, ‘eski kelime’ diyerek dilimizin fakirleşmesi sorununu dile getiriyor...
Türkçenin sırları
Erdoğan edebiyatçı merhum Nihat Sami Banarlı’nın Türkçenin Sırları adlı kitabından bahsediyor. Başbakan’ın şiir ve edebiyata ilgisini bildiğimiz halde Nihat Sami gibi bir üstadı ve eserini zikretmesine, bunca siyasi meşguliyet içinde ona atıfta bulunmasına çok sevindiğimi belirtmeliyim. Başbakan diyor ki:
“Nihat Sami Banarlı’nın Türkçenin Sırları kitabında belirttiği gibi, ‘ketebe, yektebu’ Arapçadır, fakat ‘mektep, kâtip’ bizimdir, Türkçedir. Tarih içinde kazandığımız her kelime, her kavram bizimdir, Türkçedir...”
Erdoğan ‘sekreter’ sözünün ‘kâtip’ kelimesini unutturmamasını istiyor, Dışişleri’nde hâlâ ‘katip’ kavramının kullanıldığını belirtiyor:
“Yeni kelimelerimiz olsun, ama tarih içinde yoğrulmuş, anlamlar kazanmış kelimeleri unutmayalım.”
Kendi diline kıymak
Sohbette ben de Geoffrey Lewis’ten bahsettim. Lewis Türkçe hakkındaki bilimsel eserinde, hiçbir milletin kendi dilinde Türkler kadar tahribat yapmadığını belirtir! Bunun üzerine Başbakan, “En kötüsü, dilin ifade gücünü zaafa uğratmasıdır” dedi.
Gerçekten ‘hüzün, ıstırap, keder, elem’ gibi kelimeler yerine bir tek ‘acı’ dediğimizde duygularımızı ifade gücümüzün nasıl zaafa uğradığını düşünün.
Son zamanlarda moda olan “neden” ve “nedeniyle” kelimeleri yüzünden neleri kaybediyoruz, dikkat ettiniz mi: Yüzünden, sebep, müsebbip, dolayısıyla...
Dil konusunda, demokrasi döneminde rahmetli Adnan Menderes çok hassastı. Başbakan Erdoğan’ın Türkçe hassasiyeti son derece memnuniyet vericidir. Açıkça kutluyorum.
Sümeyye’nin eleştirisi
İngilizce kelimelerin aşırı yaygınlık kazanması konuşulurken Başbakan’ın kızı Sümeyye diyor ki:
- Anadolu’nun uzak yerlerinde bile ‘Cafe’ yazıyorlar, hiç olmazsa ‘Kafe’ yazılsa bari!
Haklı... Bir yabancı turist bile bir yerde ‘Kafe’ yazısını görünce ‘Cafe’ olduğunu anlar.
Dil hassasiyeti bir kültürel miras ve kültürel gelişme hassasiyetidir. Başbakan’ın belirttiği gibi, elbette küreselleşme çağındayız, “marka ve tanıtım” konularında uluslararası kavramlar elbette kullanılacak ama “Türkçesi varken yabancısını kullanmak veya var olanı tasfiye etmek” çok yanlıştır.
Katar’da ne işimiz var?
Körfez ülkelerinin yıllık petrol geliri, 570 milyar dolar! Doha Bank’ın kârı 390 milyar dolar!
Bu paranın bir bölümünü doğrudan ve portföy yatırımı olarak Türkiye’ye çekmek iyi bir ‘iş’ olmaz mı?!
Doha’da BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı UNCTAD’ın 13. toplantısı yapılıyor. Konusu “kalkınma odaklı küreselleşme”, yoksul ülkelerin kalkınma sorunları konuşulacak.
Açış konuşmasını bugün Başbakan yapacak. Başbakan’ın Katar Emiri Şeyh Hamid’in özel davetlisi olarak onun sarayında ikamet ettiğini belirtmeliyim.
Katar’daki işimiz, Ortadoğu’da etkili olmak ve Türkiye’yi zamanla bir finans merkezi haline getirmek şeklindeki büyük politikanın unsurlarından biri.
Paylaş