Paylaş
İKİSİ de aynı partinin gemisindeler fakat aralarında bazı görüş farklılıkları var. Açığa vurmasalar da bu bir gerçek.
En kritik fark, başkanlık sistemi konusunda.
Anayasa ve sistem konularını her ikisiyle de görüşmüş bazı akademisyenlerden de bunu dinledim. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Türk usulü başkanlık” için çok ısrarlı... Davutoğlu ise özel görüşmelerinde isteksizliğini açıkça söylemese de hissettiriyormuş. Hatta sistem değiştirmenin zorlukları anlatıldığında Başbakan Davutoğlu “Bunu yukarıya da anlatın” mealinde bir şeyler söylemiş.
Kamuya açık konuşmalarına dikkatle bakınca da bu farklar görülüyor.
YENİ ANAYASA
TV’de gazeteci Melih Altınok, Cumhurbaşkanı’na, seçim çalışmalarında yeterince başkanlık sistemi vurgusu yapılıyor mu, diye sordu. Cumhurbaşkanı’nın cevabı şöyle:
“Yani pek bu vurgu yapılıyor diyemem.”
Evet, iktidar partisinin seçim faaliyetlerinde başkanlık sistemi şöyle bir söylenip geçilen tali bir konu. Hatta Davutoğlu’nun seçimlerden sonra yeni bir anayasa yapılmasını anlatırken şunları söylemesi dikkat çekicidir:
“Birlikte oturup şimdiye kadar gerçekleşmemiş bir şeyi birlikte yapmaya çalışalım; sivil bir anayasa. Güçler ayrılığı prensibinden, insan onuruna dayalı bir özgürlükçülük anlayışından başkanlığa kadar bir perspektif var ama biz bunu kimseye empoze edecek değiliz. Herkes kendi elindekini ortaya koysun ve makul, iletişime açık bir şekilde yeni bir anayasanın temellerini atalım.” (31 Mayıs)
Davutoğlu’nun “güçler ayrılığı” vurgusu yapması ve başkanlık sistemi konusunda “Biz bunu kimseye empoze edecek değiliz” demesi önemlidir.
SINIRLI VE DENGELİ
Başbakan, sisteme ilişkin akademik kanaatlerinin yanında, sandıktan anayasa yapacak bir parti çoğunluğunun çıkmayacağını da görüyor olsa gerek.
Dört partili meclis ihtimali güçlü görünüyor.
Cumhurbaşkanı’nın da “rehavet var” diye yakındığı bu seçimlerde iktidarın 330 sandalye kazanması çok zordur.
Demokrasilerde “ölçüsüz güç” daima kaygıyla karşılanan bir husus olduğu gibi, “iyi yönetişim” ilkelerine de aykırıdır. İyi yönetişim ilkelerinden biri “denetim ve denge”dir; gücün denetlenebilir ve dengelenebilir olmasıdır, bu bir.
İkincisi, sandıktan koalisyon tablosu çıkarsa güvenoyu alabilecek bir hükümetin kurulması da çok zor olacaktır. Kimlerle kimler koalisyon kurabilir ki?
Anayasa’ya göre hükümet krizi 45 gün devam ederse Cumhurbaşkanı erken seçim kararı alır... Çoğunluğu denetleme ve dengelemenin mümkün olmadığı bir “illiberal demokrasi”den de Meclis’in hükümet çıkaramayacağı bir “yönetemeyen demokrasi”den de Türkiye’nin kazanacağı bir şey yoktur.
SEÇİMLERDEN SONRA?
Koalisyon değil de AKP oy ve sandalye kaybederek tek başına iktidara gelirse, kanun çıkarmak için bile muhalefetle iyi geçinmek, yumuşamak zorunda kalacaktır. Bunun sağlanması, bütün erklerin parlamenter sistemin teamüllerine uymasıyla mümkün olabilir.
AKP’nin tek başına anayasa yapması da mümkün olmayacaktır, görünen budur. Akademisyen Davutoğlu bu objekftif gerçeği görüyor olmalı ki, “Empoze etmeyiz” diyor, yeni anayasanın “makul, iletişime açık bir şekilde” yapılmasından bahsediyor. Bu sözler Erdoğan’ın tarzından farklı bir yaklaşımı yansıtıyor.
Milletin çok büyük çoğunluğunun uzlaşmasına dayanmayan, sadece bir kesimin anayasası olarak görülen metinler ülkeye hayır getirmez, aksine, büyük krizleri tetikler. Hep böyle olmuştur.
Önümüzdeki sorun şu: Bu kutuplaşma ve kavgaların ardından, parlamenter sistemin özünü oluşturan uzlaşma erdemine ve sınırlı yetkiler prensibine seçimlerden sonra dönebilecek miyiz?
Paylaş