Paylaş
Esad sanıldığı kadar çabuk devrilmemiş, bir buçuk yıldır devam eden kanlı içsavaşta etnik ve mezhep duyguları çok keskinleşmiştir.
Esad rejimine Alevi diktatörlüğü demek de bütün Sünnilerin ayaklandığını sanmak da yanlıştır. Humus’ta köklü bir Sünni ailesi olan Harasların kızı Bayan Esma Esad, bir semboldür: Baas’ın ideolojik ölçüsü mezhep değil, oligarşik rejime sadakattir. Elbette Nusayriler orduda ve bürokraside yüksek oranlarda yer almıştır... Ama Sünni ticaret burjuvazisi de Baas yanlısıdır.
Mezhepçi yarılmalar
Türkiye’de iktidarın ve anamuhalefetin birbirlerini ‘mezhepçi’ diye suçlamasının hiçbir gerçeği yoktur, iç politika polemiğidir. Hükümet ‘Suriye problemi’ çıkmadan önce Esad’la en yakın ilişkileri kurmadı mı? Güvenlik Konseyi’nde İran’ı savunmadı mı?
Çıkarların uyuşması veya çatışmasıyla ilgilidir bu politikalar.
Hükümetin Suriye politikasını CHP’nin eleştirmesini Kılıçdaroğlu’nun Alevi olmasına bağlamak da vahim bir hatadır. Savaş tehlikesi, dış politikamızda sorunların artması gibi endişeleri varsa, bunları söylemeyecekler mi?
AKP’liler muhalefetteyken dış politika eleştirisi yapmıyor muydu?
Türkiye gibi demokratik birikimi olan bir ülkede bile, iç politika kavgasında Suriye meselesine ‘mezhep’ etiketinin yapıştırılması, Ortadoğu’daki kimlik keskinleşmesinden nasıl etkilendiğimizi göstermiyor mu?!
Bir de Ortadoğu toplumlarını düşünün, oralarda mezhebî yarılmalar daha derindir.
Etnik yarılmalar
KCK yöneticilerinden Duran Alkan, “2013 yılı Güneybatı Kürdistan’da (Suriye) tam zafere, Kuzey’de (Türkiye) ise demokratik özerklik çözümünün gelişmesine sahne olacak” demişti. (ANF 14 Ağustos)
Bu sözler ne kadar hayalci olursa olsun, Suriye olaylarından nasıl motive olduklarının kanıtıdır.
Barzani de Suriye’den kaçan Kürtleri “kendilerini savunmaları için” silahlandırdıklarını söyledi.
Irak’ın Kürt-Arap kimliklerinden başka, bir de Sünni Haşimi ve Şii Maliki sembolleri etrafında nasıl çatlamakta olduğunu anlatmaya gerek var mı?
Ortadoğu’da 20. yüzyıl başında çizilmiş sınırlar, etnik ve mezhep dip dalgalarıyla sarsılmaktadır! Barışçı çözümler bulmak kolay mı sanıyorsunuz?
Rusya ile sorun?
Yukarıda özetlediğim bu ‘en kötü senaryo’ karşısında, Rusya ile olan uçak meselesi çok ciddi bir sorun değildir. Türkiye ile Rusya arasındaki ortak menfaatler Suriye ihtilafı ile mukayese edilemeyecek kadar büyüktür.
Uluslararası Havacılık Sözleşmesi’nin 35. maddesi, her bir ülkeye sadece “harp cephanesi ve silah” değil, “harp vasıtası” taşıdığından da şüphelendiği uçağı indirip arama yetkisi vermiştir. Üstelik bu kavramların tanımını ülkelere bırakmıştır. Türkiye bu yetkisini kullanmıştır.
Putin’in ertelenen ziyaretinin 3 Kasım’da yapılacağının açıklanması da Ankara ile Moskova arasındaki bağların kuvvetli olduğunu gösterir.
En, en kötü senaryo
Türkiye’nin önündeki en büyük sorun, Ortadoğu’daki “dip dalgaları”dır. Atatürk’ü, İnönü’yü, Karabekir’i, Fethi Bey’i uykusuz bırakan dalgalar, 21. yüzyılda ortaya çıkıyor.
Türkiye, kabuğuna çekilip ‘Bana dokunmayan bin yaşasın’ diyebilir mi? Diyemez, çünkü dip dalgaları sınır tanımıyor! Aktif politika, inisiyatif almayı gerektirir, hükümet bunu yapmaya çalışıyor.
Muhalefet ise ihtiyatlı olmayı savunuyor. Bunlardan birinin partizanı olup ötekini suçlamak, “aktif” veya “ihtiyatlı” olma gereğini gözden kaçırmamıza yol açmaz mı? Bu hayati konuda bari partizan gözlüklerimizi çıkarmalıyız.
Benim görüşüm şu: Hükümetin aktif politikası prensipte doğrudur, fakat doz fazla olmuştur, doz ayarı yapılmalı diye düşünüyorum.
NOT: Kadim dostum Diyarbakırlı Mustafa Sevinç’in soyadını dün sehven Şirin diye yazmışım. Düzeltir, özür dilerim.
Paylaş