Paylaş
Çok haklı, ben de uzun zamandan beri bunu savunuyorum. İmralı, Kandil, BDP tarafındaki dalgalanmalar bir yana, özellikle CHP bu sorunun çözümünde iktidara yardımcı olmalıdır.
Fakat CHP’nin yapıcı davranması, hiç olmazsa çelme atmaması için öncelikle Başbakan’ın CHP ile ilişkilerinde özenli olması gerekir.
Böyle herkesin, “elini taşın altına koyması” gereken bir konjonktürde Atatürk dönemini kafatasçılıkla suçlayarak politik kutuplaşmayı keskinleştirmenin kime ne faydası var?
Atatürk ve kafatasçılık
Evet, Atatürk 1932’de Anadolu’da 64 bin kafatasını ölçtürdü. Fakat bu, vatandaşlar arasında ırk ayırımı yapmak için değildi.
O yıllarda Avrupa’da esen rüzgârlardan biri “ırki antopoloji”dir. Türkler ve bütün Asya kökenli toplumlar ”sarı ırk” ya da “mongoloid” diye nitelenip aşağılanıyordu. Atatürk Anadolu’da her bölgeden, 64 bin kafatası ölçtürerek iki sonuca vardı: Bir, “Türkler mongoloid değil, Avrupalılar gibi brakisefal Alpin ırktır”, yani eşittir...
İki, Anadolu insanı aynı antropolojik özelliklere sahiptir. Böylece “Tek Millet” fikrine antropolojik bir dayanak sağlandığı düşünülmüştü. Bu konuda Prof. Zafer Toprak’ın “Darwin’den Dersim’e Cumhuriyet ve Antropoloji” adlı bilimsel eserini tavsiye ederim (Doğan Kitap)
Şu da var: 1919 Paris Konferansı’nda Fransız Başbakanı Clemenceau, “Türkler medeniyetsiz bir ırktır” diye konuşmuş, mahut Sevr anlaşması bu sahte felsefe üzerine inşa edilmişti. Avrupa’da 1920 sonlarında ortaya çıkan ırki antropolojinin ardından yine böyle bir siyasi anlayışın gelebileceği kaygısını da unutmamak lazım.
Atatürk dönemini eleştirmek
Irki antropoloji çalışmaları elbette bilimdışıdır. Cumhuriyet ideolojisinin 1920’lerdeki “sosyoloji”den 1930’larda “antropoloji”ye yönelmesi talihsizlik olmuştur; ayrı bir mesele... Ama ırkçı, ırk ayırımcısı denilemez.
Atatürk’ün ırki antropolojiye yönelmesini o zaman kimse eleştiremedi, sonra kendisi bıraktı. Rejim otoriterdi. Bugün bunların tartışılması tabiidir. Cumhuriyet’in geleceğini düşünmede zihin açıcı da olabilir. Rejimin nasıl otoriterleştiği konusunda ben de “Atatürk’ün İhtilal Hukuku”nu yazdım.
2013 Türkiyesi’nde 1930’ların antropolojisi üzerinden siyasi polemik yapmak, sadece bir örnektir. Önemli olan iktidar-muhalefet ilişkileri konusunda işlevsel bir bakışa sahip olmaktır. Bu, öncelikle Başbakan’a düşer, çünkü Başbakan “eli taşın altında” olan adamdır! En büyük yük onun sırtındadır.
Muhalefetle ilişkiler
Bu sorun dünyadaki bütün etnik sorunlardan daha ağırdır. Bizdeki terör, dünyadaki benzerlerinden daha teşkilatlıdır. Sorun böyledir de çözüm için kendilerinden işlev beklenen aktörler nasıldır? Bunlardan Öcalan’ın İmralı’da BDP’lilere söyledikleri nasıl bir psikolojiye sahip olduğunu gösteriyor... Militanların Türkiye dışına çıkması konusunda Kandil’den Duran Kalkan’ın ANF’ye söyledikleri de şöyle:
“Türk ordusu Kürdistan’daki gücünün yüzde doksanını geri çekecek mi? Türk devlet polisi Kürdistan’dan gidecek mi? AKP Kürdistan’daki yönetimi Kürtlere bırakacak mı? Eğer sorun çözülecekse böyle olacak!”
Görüyor musunuz tabloyu!
Süreçte çok iniş çıkışlar, hatta yol kazaları olabilecektir. Arabanın devrilmemesi için Başbakan Erdoğan’ın, kamuoyunu çözüm yönünde toparlamaya, bilhassa anamuhalefetle ilişkileri iyileştirmeye çok dikkat etmesi lazım. IRA ile benzer süreç yürütülürken İşçi Partisi’yle Muhafazakâr Parti arasındaki yapıcı ilişkiler gibi...
Paylaş