Paylaş
Gelen yoğun tepkiler üzerine Başkan Mehmet Görmez anket çalışmasını durdurmuştu.
CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesiyle konu yeniden gündeme geldi.
Ankette, insanların dini, mezhebi, ibadet durumu, başörtüsü gibi soruların yanında şöyle sorular da vardı:
“Sarhoş olmayacak kadar içki içmek günah mıdır?... Sizce köpek giren eve melek girer mi?... Misafirlikte kadınlar ve erkekler ayrı mı oturursunuz?...”
NİYE TEPKİ GÖSTERİLDİ?
Böyle bir ankete niye tepki gösterilir?
Fişlenme korkusundan, inanca göre ayrım yapılacağı endişesinden! Nitekim tepkiler laik kesimden ve Alevi vatandaşlardan geldi.
Fakat Diyanet 28 Şubat’ta böyle bir anket yapsaydı, o zaman da muhafazakâr kesim aynı korku ve endişelerle tepki gösterecekti! Örnekleri de yok değil.
Bir elmanın iki yarısı gibi ortaya çıkan bu toplumsal tablo hem nasıl kutuplaştığımızın göstergesidir, hem daha önemlisi, “otorite”ye duyulan derin güvensizliktir. Otorite sahiplerinin “bizler” hakkında kötü şeyler yapacağı şeklinde uzun tecrübelerimizden gelen köklü korkularımızdır...
YÜZ YIL ÖNCE
19. yüzyılın sonlarında Almanya’da Protestanlar Katoliklerden daha yüksek vergi ödüyorlardı, çünkü ellerindeki sermaye daha büyüktü!... Bürokraside Katolikler, ticarette Protestonlar daha çoktu... Katolikler klasik okulları, Protestanlar iş hayatına hazırlayan okulları daha çok tercih ediyorlardı...
Sosyolojinin en büyük birkaç isminden biri olan Max Weber, 1905’te makale, 1920’de kitap olarak yayınladığı ”Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı başyapıtında geliştirdiği yorumları bu konulardaki istatistiklere dayandırır. Bu yönelişlere yol açan dinsel motivasyonları araştırır.
Weber’inki bir yönüyle de sekülerleşme araştırmasıydı.
Peki, yüzyıl sonra bugünkü Türkiye’de memurlar, işadamları ve değişik okul öğrencileri hakkında böyle bir sosyolojik araştırma yapılabilir mi!?
ARAŞTIRMA İHTİYACI
Halbuki Türkiye şehirleşiyor, piyasa ekonomisi, yani iktisadi rasyonalizm gelişiyor, her kesimde demokrasi talepleri yükseliyor, kadın topluma katılıyor, kaç-göç âdetleri hızla eriyor...
Peki, bu sosyolojik dinamikler karşısında farklı inançların benimseme ve direnme anlamında duyarlılıkları nedir? Bu sosyolojik dinamikler inançları nasıl etkiliyor?
Özellikle “dindar kesim”de, geleneksel ilmihal kitaplarında yazılı ayrıntılar ne ölçüde devam ediyor, ne ölçüde yeni anlayışlar gelişiyor?
Bunları bilmek birbirimizi anlamak bakımından da önemli.
ÜNİVERSİTE VE ŞİRKETLER
Her birimizin yaşadığı tecrübeler fişleme, damgalanma, dışlanma gibi korkularımızı besleyecek niteliktedir. Siyasi otorite hem korku ve tepkilerimizle hem “intisap”larımızla hâlâ zihniyet dünyamızın merkezinde maalesef...
Böylesine kutuplaşmamız da bundan.
Halbuki değişmekte olan toplumlarda zihniyet ve inanç dünyalarının bu değişimden nasıl ve ne ölçüde etkilendiğini bilmek son derece önemlidir. Çünkü birbirimiz hakkında zihinlerimizde var olan şablonlar geçmişten gelen önyargılarla yoğrulmuştur, bugünlerin gerçeklerine tam uymaz!
Zihniyet ve inanç haritamızın bugününü görmek ve geleceğini bir ölçüde öngörebilmek için sosyolojik araştırmalar gerekir. Araştırmaları devlete, yani siyasi otoriteye bağlı kurumlar değil de itibarlı üniversitelerin ve araştırma şirketlerinin yapması daha doğru olur sanıyorum.
Paylaş