Paylaş
Saraybosna’da insanlar öldürülürken ne hissettiyse Suriye’deki ölümlerde de onu hissettiğini, ahlaki politikanın Suriye’deki kıyıma sessiz kalamayacağını anlattı.
Suriye politikasını eleştiren aydınların tavrının ‘anlaşılmaz’ olduğunu, halbuki ahlaki politikayı herkesten önce aydınların savunması gerektiğini söyledi.
Ne yazmıştım?
Yazımda Davutoğlu’nun Suriye politikası başarısız olur da Esad uzun süre iktidarda kalırsa Türkiye’nin bundan ciddi zarar göreceğini, hatta güvenliğimiz için bile riskin artacağını, ama Esad giderse ‘yarınki Suriye’nin Türkiye için her bakımdan kazanç olacağını yazmıştım.
Riskin de kazancın da yüksek olduğunu vurgulamak için “kumar” terimini kullanmış ve bunu kazanma ihtimalinin hiç küçümsenmemesi gerektiğini de belirtmiştim.
Defalarca yazdım ve TV’lerde de söyledim: Davutoğlu’nun Asya ve Afrika açılımını, diplomatik aktivizmini ve Suriye konusunda Türkiye’nin Batılılarla hareket etmesini doğru buluyorum. Üstelik sadece Batılılarla değil, Arap dünyasıyla da ortak hareket etmeye çalışmıştır.
Suriye politikasında eleştirebileceğim husus ‘doz’un fazla olmasıdır. Fakat Esad giderse bunun Türkiye için avantaja dönüşmesi tabiidir. Baas rejimi tükenmektedir. Baas sonrası bir kaos ihtimaline karşı da muhaliflerin dost bildiği Türkiye’nin pozitif rol oynaması mümkündür.
Atatürk dönemi
Dünkü yazım üzerine çok mail’ler aldım. Bazı okurlar, Ortadoğu’nun siyasi bataklık olduğunu ve Türkiye’nin mesafeli durması gerektiğini belirterek beni ve Davutoğlu’nu eleştiriyordu. Bu okurlara göre “Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi” yurtta sulh, cihanda sulh ilkesiydi, “Atatürkçü dış politika” Türkiye’nin Ortadoğu’ya “fazla girmemesini” gerektirirdi...
Bu konuyu saatlerce ve sayfalar dolusu tartışmak mümkün. Fakat unutmamak gerekir ki, 1930’larda Türkiye’nin yıllık dış ticareti ortalama 200 milyon dolardı.
Bugün 375 milyar dolardır! Dünyaya bakışımız, milli çıkar tanımımız ve “gireceğimiz” yerlerin çapı aynı olabilir mi?
“Güvenlik” kavramı bile bugün küresel boyutlara ulaşmıştır, ona göre geniş kapsamlı dış politika gerekmektedir.
1930’larda bile
Ortadoğu sosyolojisinin Türkiye’de devamı olan fay hatları vardır; din, mezhep ve etnisite olarak... Ortadoğu’da siyaseten ve iktisaden etkili olmaya, dost ve müttefikler kazanmaya çalışmak mı?.. Yoksa “mesafeli” durmak mı zamanımızda daha doğru olur?
Mesafeli durursak, etkileşim olmayacak mı? Gelip kapımıza dayanmıyor mu?!
En hızlı iletişim aracının telgraf olduğu 1926-38 döneminde bile Atatürk, Kuzey Irak’taki Kürt oluşumu hakkında o zaman Irak’ın hâkimi olan İngiltere ile, mesela İngiliz temsilcisi Lindsay’le görüşmeler yapmıştı... Bunları bilmeden, bugün ABD ile, Avrupa ve Ortadoğu ülkeleriyle ve de Barzani ile görüşmelere karşı çıkmak kolaydır... Ve yanlıştır!
Bırakın Takrir-i Sükûn’u, OHAL’in bile mümkün olmadığı bir çağda Kürt meselesinin ateşini düşürmek için “zamanın ruhu”na uygun metotlar geliştirmek gerekmiyor mu?..
Doz ve taktikler planında haklı eleştiriler yapılabilir, ben baştan beri Davutoğlu’nun dış politika vizyonunu doğru buluyorum.
Bakın, CHP bile yeni kavramlara, yeni politikalara ihtiyaç duyuyor. Yarın CHP’yi yazacağım.
Paylaş