Paylaş
11. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün resmi gezisini izlemek üzere Mart 2012’de Tunus’a gitmiştik. İslamcılar ve laik partiler arasında çok medeni münasebetler ve uzlaşma havası vardı. Abdullah Gül’ün şu sözlerini bu sütunda yazmıştım:
“Anayasalarını bizden kolay yapacaklar!” (Hürriyet, 10 Mart 2012)
Tunus İslamcılarının bilge lideri Gannuşi ile görüşmüştüm, itidal ve uzlaşmayı vurgulamıştı.
Mısır’da ise nasıl gerilimli bir süreç yaşandığını biliyoruz.
Bu iki farklı süreçten iki farklı hatta zıt sonuçlar çıktı.
TUNUS VE MISIR
Tunus 23 Ocak 2012’de Kurucu Meclis seçimlerini yaptı, herkes katıldı.
İki yıllık çalışmanın sonunda uzlaşılan yeni anayasa metni Kurucu Meclis’te oylamaya sunuldu. Üçte iki çoğunlukla kabul edilmezse teklif geçersiz kalacaktı...
Fakat 12 ret oyuna karşılık 200 oyla kabul edildi. 4 üye oylamaya katılmamıştı.
Sivil toplumun katkısı da çok büyüktü. Nitekim 2015 Nobel Barış Ödülü Tunus Genel İş Sendikası, Ticaret ve Zenaatler Konfederasyonu, İnsan Hakları Birliği ve Barolar Birliği başkanlarına verildi.
Mısır’da ise Kurucu Meclis’te sürekli kavgalar çıktı, laik muhalifler meclisi terk etti.
İktidardaki Müslüman Kardeşler hareketi ve Cumhurbaşkanı Mursi ortamı yumuşatmak yerine, 22 Kasım 2012’de “Başkanlık Bildirisi” ile yeni yetkiler aldı; gerilim büsbütün tırmandı.
Muhalefet çekildiği için Müslüman Kardeşler’in yaptığı anayasa tasarısı 26 Aralık’ta referanduma sunuldu.
Muhalefet yine boykot etti, katılma oranı yüzde 33’te kaldı!
Halkın sadece üçte birinin katıldığı bu referandumda yüzde 64’le İhvan anayasası kabul edildi.
Sonrası malum, tırmanan gerilim, kanlı darbe ve uydurma mahkemeler...
TÜRKİYE’DE ANAYASA
Türkiye’nin ulaştığı ekonomik ve sosyal gelişme düzeyinde darbeler devri ebediyen kapanmıştır.
Türkiye’nin demokrasi dünyasıyla kurumsal bağları da darbelerin diğer bir engelidir. Ülkemizdeki darbeler dünyada Soğuk Harp döneminin, içeride sabit kur politikasında simgeleşen kapalı ekonomi devrinin ürünleriydi.
Türkiye’de bir partinin yapacağı anayasayı zorlamanın riski mevcut kutuplaşmanın anayasal düzeyde bir krize dönüşmesi ihtimalidir. Risk siyasi ve toplumsaldır.
Anayasa’nın girişine “Allah”ın yüce ismini, Mevlana, Yunus, Atatürk gibi birleştirici değerleri yazmak o anayasanın birleştirici olması için yetmez.
Hatta siyasi çatışmada bu yüce kavramlar karşı tarafı dışlamak için kullanılırsa gerilim büsbütün tırmanır.
Vebali de büyüktür.
Anayasaların birleştirici olmasının tek yolu birleşerek yapılmasıdır.
BİRLEŞTİRİCİ DERKEN...
Sayın Başbakan akademisyen olarak şu bilgiyi önemseyecektir sanıyorum; Hannah Lerner şöyle yazıyor:
“Yoğun iç uyuşmazlıklar altında anayasa tartışmaları, bir siyasi savaş alanına dönme riski gösterir ve farklı tutumları yaklaştıracak yerde bunlar arasındaki farklılıkları vurgular, temel sorunlara ilişkin uzlaşmazlıklar alevlenebilir.“ (Ergun Özbudun, Anayasalcılık ve Demokrasi, s. 91)
Mısır ve Tunus tecrübeleri de bu akademik tespiti doğrulamıyor mu?
Birleştirici anayasa diye yola çıkıp çok daha keskin kamplaşmalara sürüklenme riski ciddidir.
Suçlusu “Kim?” bu ortamın?.. Herkese göre “öteki” suçludur!
Onun için konuya anayasa “Nasıl?” yapılabilir diye bakmalıyız. Evet, Türkiye Tunus kadar homojen değildir; öyleyse daha uzlaşmacı davranmak, daha uzlaşmacı bir üslup geliştirmek zorunda değil miyiz?
Doğrusu işi gerçekten “demlenmeye” bırakıp biraz sakinleşmekti ama öyle görünmüyor maalesef.
Paylaş