Şükrü Küçükşahin
Şükrü Küçükşahin
Şükrü KüçükşahinYazarın Tüm Yazıları

Hukuka karşı aymazlık

SEYDİŞEHİR Alüminyum özelleştirmesi örneğinden hareketle, AKP dönemini hukuk uygulama(ma)larına kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Haberin Devamı

Seydişehir’i alan şirket, ilk 5 yıllık yatırım da dahil pek çok sözleşme hükmüne uymazken Oymapınar Barajı’ndan elde ettiği enerjinin piyasaya sattığı kısmını da sözleşmenin çok üstünde tuttu, önemli gelir sağladı.
Yargı kararları, sözleşme hükümleri ve muhalefetin baskısı sonucu Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) harekete geçti.
ÖİB, Ankara 4. Asliye Mahkemesi’nde 2008/160 esas sayılı dosya ile sözleşmenin feshi ve hisselerin geri devri için dava açtı.
Ancak ilginçtir ki aynı yıl içinde ÖİB davadan çekildi.

MANEVİ TAZMİNAT KARARI DA VAR

Yargı kararlarının uygulanmaması, ÖİB’nin davadan çekilmesi üzerine Metalürji Mühendisleri Odası, Başbakan Erdoğan, ilgili 5 bakan, ÖİB Başkanı ve yardımcısı hakkında 10 bin liralık manevi tazminat davası açtı.
Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi de 27 Mart 2012 günlü kararıyla, “Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin hükümleri ihlal ettikleri” gerekçesiyle bu isimleri 10 lira manevi tazminata hükmetti.
Balıkesir SEKA, TÜPRAŞ hisseleri, Kuşadası ve Çeşme limanları örneklerinde de benzer yargı süreci yaşandığı için onları geçiyorum.
Görüldüğü gibi Bozdağ’ın aksine yargı kararları öyle 5 yıl sonra verilmiş falan değil, hatta bazılarında son derece hızlı sonuçlar da alınmış.
Yürütme, ÖİB’ye, malları geri alma hakkını da genelde kullandırmamış.
Eğer kullandırsaydı, SEKA’nın 31 adet taşınmazının kamuya iadesini sağlayan Bigadiç Asliye Mahkemesi’nin E:2005/50 sayılı kararının benzerleri büyük olasılıkla alınacaktı.
Bu çerçevede ÖİB, özelleştirmeden iki yıl sonra açtığı davadan çekilmeseydi, Seydişehir’in (ve diğerleri) de iadesi gerçekleşmiş olabilirdi.

İMKÂNSIZLIK DEĞİL İSTEKSİZLİK

Demek ki sorun yargı kararları değil, iktidarın ‘fiili imkânsızlığı’ önleyici tutum almaması, yargıyı yok saymasıdır.
Ayrıca bu örneklerinde, hisselerin geri toplanması; yerlerinde duran arsa ve binaların, yatırımların bedelli/bedelsiz geri alınması ‘imkânsız’ görülemez.
Daha ötesi Anayasa, ‘fiili imkânsızlık’ durumlarına karar verecek makamı yine ‘yargı’ olarak belirlemiştir.
Oysa 6300 sayılı torba yasayla, AYM’nin gerekçesinde yazıldığı ifadeyle, ‘Bakanlar Kurulu’na kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetki veriliyor’du.
Anayasa’nın 2’nci maddesi ‘TC bir hukuk devletidir’ diyor.
AYM de hukuk devletini, “... Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarında egemen kılan, kendini Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla bağlı sayan...” şeklinde tanımlıyor.
AYM, 138’inci maddeye atıfla da, “Hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlanması için devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp, yargı mercilerince verilen kararların gecikmesiz uygulanması da gerekir” demiş.
Yüce mahkeme, aksi durumu ise, “Devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hale getirir” diye özetlemiş.
Peki bu durumda, ülkenin hukukçu Adalet Bakanı, tüm bunları görmezden geliyorsa hukuk güvenliği kalır mı?
Hukuk yoksa, ekmek olur mu?

Yazarın Tüm Yazıları