Paylaş
Arınç’ın o sözüne rağmen seçime gidiliyor ve bunun da tamamen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arzusundan kaynaklandığı algısı 8 Haziran’dan beri -hem de pek çok kez- yerleşti.
Erdoğan son tutumuyla da bu algıyı pekiştirircesine, kararını 40 gün önceden vermiş gibi davrandı; anayasa, kural, teamül ve “Önce birinci, sonra ikinci parti liderine görev vereceğim” sözünü unutarak, Kemal Kılıçdaroğlu’na, “Sen ki Beştepe’nin yolunu bilmiyorsun, sana görev yok” diye kestirip attı.
Aslında Erdoğan bu tutumla, hem niyetini halka açıkça belli etti hem de Kılıçdaroğlu’nu sıkıntılı bir ziyaretten kurtardı.
CHP de seçime gitmemek, hükümet kurmak için ‘elinden geleni yapmış parti’ görüntüsünü pekiştiren yeni bir kozu elde etti.
KOŞULLAR ÇOK FARKLI
Sonuçta Türkiye, güvenlik başta olmak üzere yakıcı sorunlarla boğuşurken ‘ya bu kez çıkarsa’ kumarı oynanan bir ülkeye dönüştürüldü.
Sonucu sandıkta göreceğiz, ama tablo en çok da AKP ve Erdoğan açısından, 7 Haziran öncesinden çok farklı; neden mi?
“Bu ülkede tek bir şehit kanı akmasın” noktasından, bakanların “Ben de şehit olmak istiyorum” dediği bir Türkiye’ye gelindi de ondan.
Daha dün şehit cenazelerinde slogan atanları dahi, “Bunlar kandan besleniyor” diye suçlayanlar, bugün şehit cenazelerinde siyaset yapar hale geldi; “Çözüm süreci başladı, anaların gözyaşı dindi; onlar konuşur, AK Parti yapar” afişleri henüz duvarlardan inmedi de ondan.
Anımsatayım; 7 Haziran öncesi AKP’nin yetkili kurullarında “Bu politika ile bölgede dip yapacağız” uyarısında bulunmuş isimler, 7 Haziran sonrası da aynı zeminde, “Çözüm sürecini ‘böyle sürdürürsek’ geri kalan Kürt oylarını da kaybedeceğiz” diye çırpınmışlardı.
Bugün ise ‘böyle sürdürmenin’ de çok ötesine geçildi, ülkenin her yanında evlatları ardından ağlayan, paralayan anaların sayısı arttı da ondan.
Sorun artık tek parti iktidarının üstesinden gelemeyeceği noktaya çıkmış ve iki büyük partinin hükümet kurarak umut yayması mümkünken AKP’nin, yeni seçimi halka anlatması çok zor olacak da ondan.
SEÇİM YAPILMASIN ÇALIŞMASI
Saray’dan yapılan, “Doların artışı, şehit cenazeleri, hükümet kurulamaması, her şey muhalefetin kusuru” açıklamaları ise havayı tersine çeviremeyecek.
Aksine, “Ülkeyi yöneten kim, muhalefet mi” sorusu daha çok sorulacak; ülkenin zaman, emek ve kaynaklarını heba edenlere halk yüklü fatura kesecek.
Sürecin en çok kaybedeni, tüm bu yaşananları göremediği veya görebildiği halde önüne geçemediği için Davutoğlu olacak gibi.
Yeni seçimde de Erdoğan’ın gölgesinde kalarak siyaset yapmak durumunda kalacağı için sonrasında ciddi sıkıntılar yaşayacak.
Geride, koalisyon turlarında liderlere, üniversitedeki öğrencilerini dahi isim isim tanıtmakta başarılı, saatlerce hamasi sözlerle yüklü derin stratejik dünya tahlilleri yapan, ama ayakları yere basmayan bir siyasetçi izi bırakacak gibi.
Unutmamalı ki, başka koşullar da 7 Haziran’a göre AKP’nin lehine değil; RTÜK eski RTÜK değil, devlet kurumları da 7 Haziran öncesi gibi davranamayacak.
Kimse, “Bu seçmen değişmez” diye de düşünmesin, 7 Haziran’da 10 puanı kesen, bugünün koşullarında neden daha radikal davranmasın ki?
O nedenle bakarsınız yarından itibaren, ‘Bu seçim nasıl yaptırılmaz’ diye bir derin stratejik çalışma başlatılır.
Paylaş