Paylaş
Böyle giderse daha çok yoksulun kurban edileceğini bilmeli; çünkü ülkemiz, ‘güçsüz insanlar yurdu’na dönüştü, o milyonları savunan örgüt bırakılmadı.
Son yıllarda yaşanan birkaç örneği anımsatarak derdimi anlatayım.
Ayamama Deresi taştı, kapısı dahi açılamayan minibüse bindirilen 8 kadın işçi ile TIR parkındaki 15 şoför; Zonguldak’ta kamyonet üstünde taşındığı için 8 işçi; Adana’da 12 koltuklu minibüse 25 işçi bindirildiği için 10 işçi katledildi.
Davutpaşa ve İvedik’teki patlamalar başta, daha çok örnek var, ama ‘en gösterişli köprü’ inşaatında dahi 3 işçinin yitip gittiğini anımsatarak susayım.
İKTİDARLARA PARALEL YÜRÜNDÜKÇE
Bu katliamların ortak özelliği hesap verenin, bedel ödeyenin yokluğudur.
Nasıl olsun ki, sonuçta canını verenler bu ülkenin ‘güçsüz insanları’ ve onlar sadece madenlerde yok; milyonlarcası da fabrikalarda, bürolarda, hizmet sektöründe, taşeronda, tarlalarda var.
Ne çalışma saatleri yasalara uygundur, ne maaşlarını gününde alırlar, ne sosyal güvenlikleri var, ne iş garantileri...
Ortak özellikleri güçlü mesleki örgütlerinin, sendikalarının yokluğudur.
Yazıp söyleyip duruyoruz; bu ülkede 1980’de 2 milyonu aşkın sendikalı işçi varken bugün o sayı, zorlama ile 1 milyon dahi değil.
İstisnalar hariç, mevcut sendikaların iktidarların paralelinde yürüdüğü; o nedenle, örneğin binlerce işçi aptalca kazalarda can verirken tek bir etkili eylem yapamaz hale geldikleri tartışılmaz bir gerçek.
Sadece sendikalar böyle değil ki, bu ülkenin tüm güçlü STK’ları hükümet paralelindeki yürüyüşlerini en etkili şekilde sürdürüyorlar.
Hükümet isterse onlar, gazete ilanlarında, miting meydanlarında, kamuoyu oluşturmada, akil heyetlerde canla başla varlar; üyeleri katledilirken yoklar.
Onlar yok olduğu için de Soma’da tarihin en büyük işçi katliamı yapıldı ve biz yine aynı şeyleri yaşadık, gördük.
İYİ ARKADAŞLAR MADENİ
Bakın, Soma’da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na brifing verirken odadaki 2-3 gazeteciden biriydim.
Kriz merkezinin de başındaki kişi olan Yıldız, daha o ilk günde, şirket ve patronları için, “İyi niyetli, kaliteli arkadaşlar”, “En iyi havalandırılan tesislerden biri” dediğini işitince hayrete düştüm.
Ama ilginç ki, ne sendikalar, ne de aniden o patrona saldıran hükümet medyası, bu sözler üzerinden Yıldız’a tek laf etmedi; ancak, örneğin, bu faciada da yine farkını gösteren Hürriyet’e saldırıp durdular.
Söyleyeyim ki Yıldız’ın insani yanına ben de tanığım, ama madenlerin tepe sorumlusu bir bakanın kriz merkezini yönetmesini sorgulamamız şart.
Duygusallığa yer yok; yarın, o bakan da sorumlu bulunursa toprağa verdiğimiz o 301 can bize haklarını helal eder mi?
Bunları sormamamız ve katliamın unutturulması için bir de, “Acı üzerinden siyaset yapmayın” taktiğine başvuruluyor ya, pes vallahi.
Çünkü, bu ülkede olmayan acıları dahi üretip meydan meydan bunun üzerinde tepinenler; polisin 15 yaşındaki yavrusunu öldürdüğü acılı anneyi miting miting yuhalatanlar; siyasi duruşları için katledilmiş çocuklardan ‘Allah’ın rahmetini’ dahi esirgeyen, onları seramiklerden daha değersiz görenler kim?
Hadi gelin, acıları siyaset ürünü yapanlara hep beraberce ‘yuuuuh’ çekelim.
Paylaş