KUTLAYAMADIĞIMIZ Cumhuriyet Bayramı nedeniyle Hürriyet’in sürmanşetinde yer alan Atatürk’ün köylülerle sohbetini gösteren fotoğraf, döneminin en etkileyici görüntülerinden biri benim için.
Kareye bir kez daha bakın; bir devlet kurmuş Cumhurbaşkanı olan Atatürk taş üstünde oturuyor, yere çömelmiş köylüler son derece yoksul, arka plandaki develer dönemin ulaşım aracının kanıtı. Onlar, sonrakiler uçaklarda gezsin, sıcak koltuklarda otursun diye bunu yaptı. Bunun için ki haklarını teslim etmeli, onlara karşı kadirbilir olmalı. İKİ DEPREM KIYAS KABUL ETMEZ Van depremine daha ilk gece ulaşan Başbakan Tayyip Erdoğan, gezisi ardından Marmara depremini anımsatarak, o günün hükümetinin deprem bölgesine dahi gidemediği eleştiri konusu yaptı. Sivil toplum örgütleri temsilcilerinden oluşan büyük bir heyetle çarşamba günü Van’a gitmiş, ertesi gün, kurtarma çalışmaları olumsuz etkilenebilir kaygısıyla “Böylesi seyahatler ertelensin” diye yazmıştım. Yazımın ardından, bu konuda çok özenli davranan Cumhurbaşkanı Gül’ün, bölgeye yapacağı ziyareti, aynı nedenle ikinci kez ertelediği haberi geldi. Gül’ün bu kararını çok doğru bulmalıyız; çünkü böylesi geziler, ne kadar ‘yanındayız’ mesajı içerse de her geçen saniye bir can daha kurtarma anlamına geldiği için, çalışmaların hızı konusunda riskler barındırıyor. Hele bir de Erciş’teki gibi, bütün yıkım tek cadde üstünde olmuşsa... Erciş’i gördükten sonra Erdoğan’ın o geceki ziyaretine de böyle baktım ve 1999’daki Marmara depreminde devlet büyüklerinin hemen bölgeye gitmemesini hiç de olumsuz görmedim. Ayrıca Marmara depremi, ne ölümler, ne yıkımlar, ne de etki alanının genişliği bakımından Van’la kıyaslanacak gibi değil. O büyük felaketin ardından o günün hükümeti, her türlü oy riskini göze alarak büyük vergiler koymuş olduğu için bugün hükümetin eli daha güçlü. Ancak gelin görün ki toplanan paralar, depreme hazırlık amaçlı değil, daha çok oy almak için bir seçim vaadi olan yol yapımında kullanılmış. Bu durumda o günün hükümetini eleştirirken insaflı olmak gerekmez mi? Demem o ki, burada da biraz daha kadirbilir davranmak çok mu zor? FERHAT’I DA DUYMADIK Van depremi ardından dayanıksız binaları ‘yıkmaktan’ söz ediyoruz. Oysa en azından AKP hükümetleri döneminde, son 9 yılda Pülümür, Bingöl, Çat, Doğubeyazıt, Elazığ ve Simav depremlerinde 300’ün üzerinde ölü verildi. O ölümler, o yıkımlar ciğer parçalamadı; ders olmadı; öngörüyü harekete geçirmedi denemeyeceğine göre, ‘yıkmaktan’ o günlerde niye hiç söz etmedik; deprem paralarını bina sağlamlaştırmada neden kullanmadık? Umalım bundan sonra gerçekten oy hesabı yapılmadan hareket edilir. Bazı sesler artık duyulmaz olduğu için umutlanmak da o kadar kolay değil. Erciş’te depremden 108 saat sonra sağ çıkarılan 13 yaşındaki Ferhat Tokay’ın bir sözü de bu ‘duyulmayan sesler’ kervanına takıldı kaldı. Ferhat’ın, okul yerine o işyerinde ne aradığını da kurtulduktan sonra babasını ilk gördüğünde, “Bir daha kahveye gidip günboyu okey oynama” diye sözü almasını da duymadık, demek istediğini anlamazlıktan geldik. Oysa, 15 bin kütüphanesi, 700 bin kahvesi olan Türkiye’de Ferhat, o sözle kim bilir kaç bin ailedeki ‘kahvehane dramını’ haykırmak istedi. Hepimiz, başta da ülkeyi yönetenler, ölümden dönüşte, “Baba artık kahveye gitme” diyen minik işçi Ferhat’ın bir başka depremi ihbar ettiğini görmeliyiz.