Paylaş
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasa’yı zorlayarak hükümet üzerinde vesayet kuran politikasını sürdürdükçe biline ki, iktidar içinde son günlerde yaşanan örneği görülmemiş tartışma-itiraf-suçlamaların sonu gelmeyecek.
Baksanıza kısacık 7 aya dahi şu başlıklarda 7 fırtına sığdı:
‘Şeffaflık yasası’, ‘dört eski bakan için Yüce Divan oylaması’, ‘hükümetin başkanlık tartışmasına mesafeli duruşu’, ‘Kabinenin Saray’da toplanması’, ‘MİT Müsteşarı Fidan’ın adaylığı’, ‘Merkez Bankası’nın hırpalanması’ ve nihayetinde ‘Dolmabahçe mutabakatı’.
Son fırtına, Bülent Arınç ile Melih Gökçek arasında, ağır silahların kullanıldığı kontrol dışı bir savaşın da nedeni oldu.
Peki bunların temelinde yatan nedir?
ŞİFRE 7 NİSAN 17.00
Başbakan Davutoğlu’nun gecikmeli müdahalesi ne kadar etkili olur bilemem, ama üç günlük suskunluğunu ‘her şeyi içine atma’ çerçevesinde görmeli.
Ancak, yukarıda sıraladığım 7 tartışmada yaşandığı gibi, Davutoğlu’nun hep kaybeden cephesinde görünmesinin bir sonu gelecektir.
Söz konusu Erdoğan-Davutoğlu ilişkisi/vefası olsa da.
İşin şifresi 7 Nisan saat 17.00’de AKP aday listesi YSK’ya verildiğinde, listeye kimin damga vurduğu anlaşıldığında çözülecek.
Hükümet ile Saray arasındaki çekişmenin özü burada yatıyor.
Erdoğan, başkanlık sistemine inanmayan bir AKP grubu ile bir yere varamayacağını çok iyi biliyor; ‘başkanlık hayalini’ gerçekçi bulmayan Davutoğlu ise gruba hâkim olmak istiyor.
Erdoğan, ‘Oy tabanı benim’ diyerek liste üzerinde hak iddia ediyor, Davutoğlu ise ‘Başbakan’ olarak kendini kanıtlamanın peşinde.
Dün anladık ki, kontrolsüz Arınç-Gökçek kavgasının derin tahribatının farkına varan Erdoğan-Davutoğlu ikilisi bazı önlemler aldı.
Ancak, bu önlemler yara sarma ile sınırlı kalacak.
ANKARA’YI PARSEL PARSEL SATTI KÜPESİ
Bu yara sarma 7 Nisan uzlaşmasını da içeriyor mu, henüz bilmiyoruz.
O gün yakın, 14 gün bekleyeceğiz; ama dediğim gibi ‘vefa/dava’ anlayışları farkı olsa da sırf fikir versin diye size 1991’de yaşanmış bir örneği aktarayım.
Mesut Yılmaz, başbakan koltuğunda oturuyor, karşısında ise İstanbul İl Başkanı ve Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ın eşi Semra Hanım.
Semra Hanım kapalı bir zarfı Yılmaz’a uzattı; “Sayın Cumhurbaşkanı’nın aday listesi, kılına dokunulmasın istiyor” diyerek.
Yılmaz, zarfı aldı, “Bakarız” diyerek kenara koydu.
Sonra açtı baktı, ama o kadarcık; listeye kendi damgasını vurdu.
Ondan sonra da Özal ile ilişkisi düzelmedi, öyle ki Özal, Köşk’ten inip başına geçeceği Yılmaz’a rakip partiyi de hemen kurdurdu.
Yineleyeyim, tamam aynı şeyler beklenemez, ama başbakanlar çocuk değil.
Biat/vefa varsa, beynin ve kalbin sürekli dürtüklediği ‘insan onuru’ denen bir duygu da var.
Hele bir de etraftan ‘Başbakansan...’ diye başlayan cümleler yağmur gibi yağıyorsa bir gün ‘içe atmanın’ sonu gelir.
AKP’deki kan kaybı sürerse bunun çok sert yaşanması da olası. İşte örneği; Arınç ile Gökçek arasındaki kavga.
Çok ağır hakaretler var, ama şu söz, kulaklardan çıkmayan küpe artık:
“Ankara’yı parsel parsel sattı.”
Paylaş