Paylaş
Bunu yapanlar arasında, partinin kuruluşundan bu yana çok önemli görevler üstlenmiş veya üstlenmeyi sürdürenler de var. Nedenleri sıralayacağız; ama şu meşhur ‘paralel yapı’dan başlayalım.
Tayyip Erdoğan’ı, devletteki Cemaat gücü konusunda uyaran AKP’liler sadece Ahmet Hakan’ın adını açıkladığı Cemil Çiçek değildi.
Çiçek, bu uyarıları Adalet Bakanlığı döneminde yapmıştı; yani 17-25 Aralık’a gelene kadar neredeyse 7 yıl geçmişti.
HAZMEDEMİYORLAR AMA
Sonraları da bu durumun devletin işleyişinde ciddi sorun yaratacağını vurgulayan çok önemli isimler oldu; ama Erdoğan o arkadaşlarını da duymazdan geldi; hatta, söz konusu atamaların bilinçli yapıldığının işaretlerini verdi.
Ne garip tecelli ki, şimdi bu isimlerin neredeyse tamamı kenara kondu, ‘paralel yapı ile mücadele etmeyen dava arkadaşları’ diye suçlandılar.
Cemaat, cemaatle ilgili dün ve bugün yapılanlar konusu tabii ki bu kadarla sınırlı değil; ancak AKP’de sorun sadece o değil ki.
Tepe yönetimden ilçe başkanına kadar varlıkları aşikâr AKP’lilerin rahatsızlıkları ise şu başlıklarda özetlenebilir:
Ortak aklın yerini ‘liderin iki dudağı arasına’ bırakması; bunun da liderin çevresindeki eleştirel/uyarıcı bakışı yok etmesi ve liderin, kendi gibi düşünen veya ‘Lider böyle düşünür, böyle konuşmalıyım’ diyenlerle baş başa kalması, bu durumun da otoriter bir yapıya yol vermesi.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile açığa çıkan israf ve lüks yaşam merakı.
Dört bakanla ilgili yargılama ve Meclis soruşturması sürecinde yaşananlar. (Bu konu hiç hazmedilemiyor ve ağır laflar ediliyor.)
Yolsuzluk iddiaları karşısında izlenen yol ve yöntemler.
Art arda gelen yayın ve akreditasyon yasakları.
Çevre katliamları, bazı işadamlarına yönelik kayırma ve kollayıcılık.
Abartılı güvenlik önlemlerinin sıkıyönetim dönemlerini aratır hale gelmesi.
Hukuk devleti olmaktan uzaklaşma.
AÇIĞA ÇIKMA OLASILIĞI
Bu isimlerin hiçbirinin ‘otoriterlik’ konusunda tek kelime itiraz etmemesi çok kayda değer; sanki açığa çıkmama gerekçelerini böyle ifade ediyorlar.
Otoriter yapının, ‘aykırı her ses ve görüşü’ nasıl sindirdiğini/itibarsızlaştırdığını/ötekileştirdiğini en son Abdullah Gül örneği ile aktarıyorlar.
Yoksa, açığa çıkmadıkça, kimin ne düşündüğünün içeride az çok bilindiği aktarılıyor; kamuya açık ortamlarda bazı konularda, ‘ne nalına ne mıhına dokunan’ veya ‘geçiştirme’ ile yetinenlere dikkat çekilip, “Muhatabı için o sözler açık mesaj” deniyor.
Başbakan Davutoğlu’nun dahi bazen bu yola başvurduğu ifade ediliyor.
Görünen, içerideki bu ‘sızlanmayı/vicdan hesaplaşmasını’ dışa vurmaktan alıkoyan ilk neden otoriterlik ise ikinci önemli etken ‘davaya, dolayısıyla kazanımlara zarar vermemek’.
Sanki “Yetmez, ama evet” anlayışı gibi. O anlayışın sahiplerinin bugünkü pişmanlıkları ise ortada.
Bu nedenle ‘dava’ gerekçesiyle sessiz kalanın, yarın aynı pişmanlığı yaşamayacağının garantisi hiç yok; ama geçelim ve bir noktaya daha dokunalım.
Bence çok da ilginç olan bu nokta, aynı isimlerin, yeni bir oluşuma yönelmekten özenle kaçınıp, CHP ve MHP’nin alternatif olamamasından yakınmasıdır.
Paylaş