HALK arasında sıkça kullanılan ‘‘Hergün sinekleri öldürmek yerine, bataklığı kurutmalı’’ deyimi, ‘‘naylon fatura’’ olayı için de geçerli.
Yıllardır devam eden bu sorun, şimdi daha çok önem kazandı. Denetimi gevşetince, naylon faturacıların ve buna bağlı olarak kaçakçılık yapanların sayısı artıyor.
Denetimi sıkınca, neredeyse tüm esnaf, sanatkár, tüccar ve şirket yöneticisi hapse girme durumuyla karşı karşıya kalıyor. Nasreddin Hoca'ya sormuşlar; ‘‘Yazı mı daha çok seversin yoksa kışı mı?’’ Hoca yanıtlamış:
‘‘Yahu mecbur muyum, ikisinden birini sevmeye? Yaz çok sıcak, kış da çok soğuk. Bu ikisinin ortası ilkbahar ve sonbahar var, niye onlardan birini sormuyorsun?’’
Hoca'nın hikayesinde olduğu gibi, bu işin ortasını bulmak gerekiyor. ‘‘Vergi Barışı’’ yasası ile 31 Ağustos 2002 tarihine kadar işlenen bazı suçlar için daha doğrusu sahte ve kapsamı itibariyle yanıltıcı belgeyi kullananlar için, bir çözüm getirildi, sahte belge düzenleyenler kapsam dışı bırakıldı ama bu da geçici bir çözüm oldu...
NE YAPILABİLİR?
‘‘Naylon fatura’’ sorununa, artık kalıcı bir çözüm gerekiyor. Bunun için de, öncelikle iyi niyetli ve kötüniyetli kişileri ve davranışları ayırmak gerekiyor. Örneğin;
1- Birkaç yüz milyar lira ya da birkaç trilyon lira cirosu olan bir işletme, 50-100 milyon liralık ya da 1-2 milyarlık naylon faturaya tenezzül etmez. Bu nedenle, işletmenin cirosunun yüzde 1 ya da 2'si kadar olan naylon faturalar bulunduğunda; vergisi, 3 kat cezası ve ayrıca gecikme faizi ödenmek koşuluyla, hapis cezası uygulanmasın. Böylelikle, kaçakçılıkla ilgisi olmayan ya da yanında çalışan elemanının aldığı fatura nedeniyle ‘‘sanık’’ durumuna düşen ve ‘‘hapse giren’’, iyi niyetli esnaf, sanatkár, tüccar ve şirket yöneticisi, bu olayın dışında tutulsun.
2- Yüksek tutarda fatura alanlar, örneğin 40-50 milyar lira ya da 100-200 milyar liralık naylon fatura alanlarda ‘‘bilmeden aldım’’ gerekçesine itibar edilmeyip, hapis cezası uygulanmalı. Bu arada belli tutarı aşan ödemelerin, o kişi adına açılmış banka hesabına yatırılması ya da üzerinde ‘‘vergi kimlik numarası’’nın da belirtileceği ‘‘isme yazılı çek’’ düzenlenmesi zorunlu kılınmalı.
3- Vergi yasalarında, defter ve belgelerin yanması, kaybolması ve benzeri şekilde yok olması halinde, nasıl bir uygulama yapılacağı (örneğin; açılacak davada hasım gösterme, istenecek teknik bilgilerin ayrıntısı, mahkemeden alınan belgenin ibrazı, indirilen KDV'lerin durumu vs.) hakkında, açıklık getiren bir hüküm yok. Bu düzenleme acilen yapılmalı.
4- ‘‘Aracı ihracatçılar’’ yani ‘‘pasif ihracatçılar’’ ile ‘‘hayali ihracatçılar’’ arasındaki ayrım ya da ilişki net olarak tanımlanmalı. Vergi Usul Kanunu'nun 333/3. maddesi ve genel ceza hukuku gereğince cezai sorumlulukta ‘‘şahsilik ilkesi’’ geçerlidir. Olayla doğrudan ilişkisi ve sorumluluğu bulunmayan yönetim kurulu üyesinin, cezai sorumluluğu sözkonusu olamayacağından, tüm yönetim kurulu üyelerinin ceza mahkemesine sevk edilmesi yanlıştır.
Nitekim 143 No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği'nde de, yönetim kurulu üyelerinin tamamının değil, suçun ayrıntısını bilen ve oluşumunda katkıda bulunan temsilci için işlem yapılacağı belirtilmiştir. Yargıtay'ın kararları da bu yöndedir (Örneğin Yarg. 11. Ceza Dairesi E.2001/10750, K.2002/1592 sayılı kararı). Bu nedenle, aracı ihracatçı firmada, sırf yönetici konumunda olduğu için, kişileri cezalandırmamak gerekir. Özetle, mevzuat düzenlemesiyle gerçek ihracatçı korunmalı, hayali ihracatçı da en ağır şekilde cezalandırılmalı.
PEKİ YA SAHTECİLER
Sahteciler, hayali ihracatçılar ve hortumcular, kuşkusuz en ağır şekilde cezalandırılmalı. Ancak, bunun için yasalara 3 yıl 5 yıl hatta 10 yıl hapis cezası konulması tek başına çözüm değil. Aşağıdaki önlemlerin de alınması gerekir.
1- Yıllar önce, bir anonim ya da limited şirket kurulurken, sermayesinin 1/4'ü bankaya yaklaşık bir hafta süre ile ‘‘bloke’’ edilirdi. 1995 yılında, bu uygulamaya nedense son verildi. Böyle olunca da; 1 trilyon hatta 50 trilyon lira sermayeli bir şirketi kurmak kolaylaşıverdi. Bu da, özellikle sahte işlem yapanların, hayalicilerin işini kolaylaştırdı. Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayınlanan trilyonluk sermayelerini göstererek, sağda solda güven yarattılar ya da yaratmaya çalıştılar.
2- Sahtekárlık yapacak olanlar ‘‘minareyi çalan kılıfını hazırlar’’ sözünde olduğu gibi, olayın başında, kendilerini sağlama alıyorlar. Hamal, çoban, amele, bulaşıkçı, odacı, alkolik, esrarkeş ya da işsiz kişiler adına şirket kurup ya da bunları yönetime getirip, başlıyorlar eyleme. İleride olay ortaya çıkarsa, muhatabı belli; odacı, hamal, amele, alkolik, esrarkeş ve benzeri kişiler...
Olay bu kadar basit olmamalı ve şirket kuruluşunda, kurucular da bazı özellikler aranmalı ya da bir takım bilgi ve belgeler istenebilmeli...
Türkiye artık bu ‘‘naylon fatura ve hayali ihracat’’ gibi sorunları aşmalıdır...