Yoksul öğrenciler, milyon dolarlık hayallerini nasıl gerçekleştirdi
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Coşkunöz, Durmazlar, Diniz, Ermetal, Mutlusan, Ünimak, Karmod, Hidro Tek, Kema Makine, Mimfa, Kuzuflex, Omega Otomotiv, Başarır, Tuğra Makine, Türkkar, Yuneka, Kardoba, Beltan, Revsan, Biytaş, Modsan liste uzayıp gidiyor. Hepsi ihracatçı. Hepsi Bursa’da. Ciroları yüz milyonlarca dolar. Bu şirket kurucularının hepsinin ortak bir özelliği vardı. Bugünlerde çocuklarını okullara gönderecek ailelerin, bu işadamlarının ortak yanlarını bilmelerini istedim.
TİCARİ hayata 1955’te atılan M. Kemal Coşkunöz, bugün 400 milyon dolar cirosu olan Coşkunöz Holding kurucusuydu.
1956 yılında küçük bir atölyede iş hayatına başlayan Ali Durmaz, bugün cirosu 150 milyon dolar olan Durmazlar Holding’in sahibiydi.
Bugün 11 şirketi ve iki bin çalışanı olan Talat Diniz, Diniz Holding’i 1976 yılında kurdu.
Ve diğer şirketlerin kurucuları şu isimlerdi:
Fahrettin Gülener, Ermetal; Atilla Öztelcan, Kuzuflex; Mehmet Ülker, Meka Teknik; Serkan Köristan, Gera Makina; Ali Olağaner, Mutlusan; Necmettin Pınar, Pınar Metal; Ali Altınipek, Omega Otomotiv; Hulusi Burkay, Burkay Tekstil; Abdullah Bayrak, Elsisan; Nurettin Akbal, Ceyantek; Burak Selamet, Ünimak; Zeki Tunaoğlu, Tunaoğlu AŞ; Yusuf Meriç-Kadir Gümüş, Yuneka; Ali Tosun, Mutfakçılar AŞ; Sabri Evci, Revsan; Cengiz Malkoç, Karmod; Emin Işıkverenler, Başarır Kalıp; Yusuf Keser, ŞRK AŞ; Vehbi Varlık, İnoksan; Harun Keser, Kema Makine; İhsan Gürsu, Türkkar Otobüs; Erhan Kara, Hidro Tek; Fahri Tuğral, Tuğra Makina; Veli Kaynar, Hidrosel; Turgay Şenel, Modsan; Fevzi Uçar, Mimsa; Hüseyin Şahinkul, Şahunkul AŞ; Turgut Yavaş, Turgut Ticaret; Fevzi Uçar, Mimfa; Hüseyin Karabacak, Hüner Triko; İsmail Uçar, Mimfa; Kenan Bayrak, Kardoba; Suat Gülçimen, Biytaş; Rahim Kuru, Baykal AŞ; Süleyman Beltan, Beltan AŞ vs...
Milyon dolarlık cirolara sahip şirket kurucularının hemen hepsi yoksul ailelerin çocuklarıydı.
Hayır, ortak yanlarından kastettiğim yoksul olmaları değil. Bu şirket sahiplerinin hepsi aynı okuldan mezundular:
Hepsi Tophane Endüstri Meslek Lisesi mezunuydu; eski adıyla, Bursa Erkek Sanat Enstitüsü.
Evet, bu işadamlarının hepsi, bugün artık devletin ve dolayısıyla ailelerin pek ilgi göstermediği meslek lisesi mezunuydular.
Kimi tesviyeci, kimi dökümcü, kimi makineci, kimi marangoz, kimi dokumacıydı.
140 yaşında bir okul
Bugün Bursa’nın en önemli sanayi kentlerinden biri olmasında, Tophane Endüstri Meslek Lisesi’nin 140 yıllık katkısını kimse göz ardı etmiyor.
Bu yıl 140’ıncı kuruluş yılını kutlayan Tophane Endüstri Lisesi’nin ilginç bir hikáyesi vardı:
Bursa Valisi İzzet Paşa Okulu, 29 Mart 1868’de yoksul ve kimsesiz çocukları korumak amacıyla "ıslahane" olarak kuruldu. Islahanenin başına da Jandarma’dan Hüseyin Efendi’yi getirdi.
Burada yoksul ve kimsesiz çocuklara ileride iş edinmeleri amacıyla el hünerlerine dayanan meslekler öğretilmeye başlandı; biçki dikiş gibi.
Yararı da görüldü; 1877-78’de Rusya’yla savaşan Osmanlı askerlerine elbise dikildi.
1899 yılında okula, "Hamidiye Sanayi Mektebi" adı verildi.
Temmuz Devrimi (1908 II. Meşrutiyet) okulun gelişmesine önayak oldu. Bu dönemde demir, tesviye, döküm atölyeleri kuruldu.
Cumhuriyet’in ilk Milli Eğitim Bakanları’ndan Vasıf Çınar, I. Dünya Savaşı döneminde okulda öğretmenlik yaptı ve okulun yedi yıllık bir lise haline gelmesini sağladı.
Okulun artık birçok bölümü vardı: Marangozluk, tesviyecilik, tornacılık, dökümcülük, ağaç tornacılığı, modelcilik, kunduracılık ve demircilik.
Osmanlı’nın ayağa kalkmak için, toprağa dişiyle tırnağıyla tutunduğu I. Dünya Savaşı yıllarında, öğrenciler sabahlara kadar çalışarak Mehmetçiğin ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı. Kimi cepheye koşup şehit oldu.
Aynı direnç, ulusal kurtuluş savaşında da gösterildi.
İşgal yıllarında bakımsız kalan okulun yardımına genç Türkiye Cumhuriyeti yetişti. Vali Hacı Adil Bey bizzat kendisi kolları sıvadı ve okulu tekrar öğrenim görülecek hale getirdi.
Yerli malı üretiminin teşvik edildiği o yıllarda okul sık sık sergiler düzenledi. Öğrenciler ürettiklerini satarak okula katkıda bulundu.
Okul 1927 ve 1944 yılında iki kez yangın tehlikesi atlattı. 1952’de "Bursa Erkek Sanat Enstitüsü" adını aldı.
1958’de ek olarak, Akşam Tekniker Okulu açıldı. Yirmi beş yaşını aşmamış Erkek Sanat Enstitüsü öğrencilerinin alındığı bu okul üç yıllıktı. Başlangıçta makine bölümü olan bu okulda 1963-1964 öğretim yılında elektrik bölümü eklendi. Bu okullar nedense tüm ülkede 1968 yılında kapatıldı. Yerine, bugünkü Teknik Liseler açıldı.
1974 yılında okulun adı "Bursa Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi" oldu.
1974-1975 öğretim yılında Yeniyol’daki bölüm bağımsız bir okul halini aldı. Böylece Bursa’da iki Endüstri Meslek Lisesi oldu.
Eski okula "Tophane Teknik Lisesi ve Endüstri Meslek Lisesi", Yeniyol’daki okula da "Yeniyol Endüstri Meslek Lisesi" adı verildi. (Bu okulun adı daha sonra "Demirtaşpaşa Endüstri Meslek Lisesi" olarak değiştirildi.)
1987’de "Tophane Anadolu Teknik Lisesi" açıldı. Elektronik bölümü ile eğitim ve öğretimini sürdürdü. Daha sonra Anadolu Teknik Lisesi’ne bilgisayar ve makine bölümleri, teknik liseye de makine bölümleri dahil edilerek bugünkü konumuna ulaştı.
Okulun 140 yıllık hayat öyküsü böyle.
Şimdi bu bilgilerden sonra gelelim asıl meselemize...
Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik açıkladı; meslek liselerinde öğrenci sayısı azaldı; bu nedenle "meslek lisesi" ile "teknik liseler" birleştirilecek.
Bugün gidin, herhangi küçük, orta ya da büyük sanayi şirketi sahibiyle-müdürüyle konuşun; size bir tek söz söyleyeceklerdir: "Kalifiye eleman sıkıntısı çekiyoruz."
Evet, Türkiye’nin tornacıya, elektrikçiye, dökümcüye, tesviyeciye, kalıpçıya yani teknikerlere ihtiyacı var. Bu gerçeği bilmeyen yok.
Ama gelin görün ki bugün meslek liseleri öğrenci bulamıyor.
Burada bir çelişki yok mu?
Ne yazık ki yok; her gelen hükümet eğitim sistemini kevgire döndürdü.
Varsa yoksa imam hatip
Mesleki eğitimi canlandırmak için gençleri meslek liselerine gitmeye teşvik eden Milli Eğim Bakanlığı, diğer taraftan da meslek liselerini öldürmek için elinden gelen gayreti göstermektedir. Çünkü mevcut hükümet için varsa yoksa imam hatip okullarıydı.
Türkiye’nin bu gerçeği artık saklanabilir mi?
Bürokraside; vali/kaymakam, müsteşar, genel müdür artık aklımıza ne gelirse neredeyse hepsi imam hatip kökenli; arkeoloji müzesi müdüründen TÜBİTAK Başkanı’na kadar.
Öğrenci velileri bu gerçeği görmüyor mu?
Eskiden "Çocuğum okusun memur olsun" diyenler, bugün "Oğlum imam hatibe gitsin memur olsun" diyor.
Ne yapsın yoksul halk? Başka bir kurtuluş yolu bıraktılar mı? Varsa yoksa imam hatip okulu.
Peki:
Devlet kadroları imam hatiplerle doldu, daha ne istiyorlar?
"Çocuklarımız dini eğitim alsın" dendi. Güzel, devlet Kuran kursları açtı. Yetmedi.
"Çocuklarımız okullarda din eğitimi alsın" dendi. Okullara din dersi mecburi oldu. Yetmedi.
"Okullarda dini müfredat daha ağırlıklı olsun" dendi. "İmam hatip sayısı artırıldı." Yetmedi.
Bu okullar Türkiye’nin bir gerçeği, tamam, kabul... Ama artık sayıları yeterli değil mi? Her yıl 25 bin imam hatipli mezun oluyor. Hálá yetmediğini söylüyorlar.
İnsan sormadan edemiyor:
Çocuklarımız bu kadar dini bilgiyi ne yapacak? Herkes teolog mu olacak? İslam dini bu kadar zor öğrenilen bir din midir? Bütün Türkiye’yi din adamıyla mı dolduracaksınız? Yoksa istediğiniz dine dayalı bir yaşam mı?
Galiba öyle.
Yoksa imam hatiplerin yıldızı her geçen yıl parlar iken; Osmanlı’yı iktisadi krizden kurtarmaya çalışan, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline harç taşıyan Tophane Endüstri Meslek Lisesi gibi teknik okullar neden tarihe karışsın?
Kimse de sormaz ki; eğer dini eğitim bir ülkeyi yaşatsaydı Osmanlı hálá büyük imparatorluk olarak kalırdı!
Dogmatizmin olduğu yerde hiç soru olur mu?
Başörtüsünün asıl sahibi Ülkücü Asenalardır
DEVLET Bahçeli’nin, üniversitede türbana yasak getiren Anayasa’nın 10. maddesi 4. fıkrasının kaldırılmasını istemesinin; ardından yasa değişikliğini reddeden Anayasa Mahkemesi kararını eleştirmesinin, çoğu çevre tarafından şaşkınlıkla karşılandığına tanık oluyorum.
Bahçeli ve MHP’nin bu konuda taktiksel davrandığını yazdı bazı köşe yazarları. Sanıyorum bu çevreler MHP tarihini pek bilmiyor.
Milliyetçi hareket açısından bir dönemeç olan 1969 kongresini ayrıntılarıyla yazmak istemiyorum. Biliyorsunuz o kongrede, "ayakları yere basmayan romantik Türkçülük" terk edilmişti.
Yeni partinin ideolojisi Türk-İslam çizgisiydi. "Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın" sloganı atılıyordu artık parti mitinglerinde.
Bu kongrede, Türklüğün sembolü Bozkurt yerini İslam’ın simgesi Üç Hilal’e bırakmıştı.
Bu anımsatmadan sonra başörtüsü meselesine gelelim:
Üniversitelerde ilk başörtüyü Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın halası Hatice Babacan 1967 yılında AÜ İlahiyat Fakültesi’nde taktı. Olaylar çıktı.
Aynı yıllar, kendine has bağlama şekliyle Şule Yüksel Şenler kamuoyu önüne çıktı. Mahkemeler, protestolarla bir dizi olay yaşandı. Her iki hareket ne kadar kitleselleşti; tartışılır.
Ancak 1970’li yıllarda üniversitelerde başörtüsünün bayraktarlığını yapanlar MHP’li Asenalar idi. Başörtüsünü, üniversitelere, kamusal alana, mitinglere, yürüyüşlere sokan ülkücü Asenalardı.
MSP’nin mitinglerinde, yürüyüşlerinde başörtüsü görülmezdi; çünkü bu toplantılarda kadın yoktu.
Milli Görüş çizgisi, kadının siyasetle ilgilenmesine sıcak bakmıyordu! Kadın hayatın içinde yoktu. Bu nedenle "başörtüsü" diye siyasi bir talepleri de yoktu.
Bir örnek vereyim:
Papyon giymiş damat Necmettin Erbakan, 10 Ocak 1967 tarihinde İstanbul Çınar Oteli’nde, gelinliği diz üstünde olan, başı açık Nermin Hanımefendi ile evlenirken, başörtüsünü hiç düşünmemişti.
Gümüşhanevi Dergáhı Şeyhi Abdülaziz Bekine, kadınların manto giyebileceğini söylemişti. Kara çarşafa karşı manto!
Sonra ne oldu; hareket nasıl Ortodoks bir kimliğe büründü?
Erbakan’ı kim dönüştürdü?
MHP olabilir mi? Olabilir!
Nasıl mı?
Başörtüsü meselesini dergi ve gazetelerde ilk başlatanlardan biri Necip Fazıl Kısakürek değil miydi? AKP kurucusu Cüneyd Zapsu’nun annesi Gaye Uzel’i, genç kızlara, "Türk Müslüman Kadın Portresi" olarak gösterip Büyük Doğu Dergisi’nde kapak yapmadı mı?
Dikkat ediniz, Necip Fazıl Kısakürek hiç Milli Görüş çizgisinde olmadı. Kendine en yakın parti MHP idi.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Son bir örnekle yazıyı noktalayayım:
İmam hatiplere giden ilk kız öğrenciler de MHP’li ailelerin çocuklarıydı.
Milli Görüşçüler kız öğrencilerin imam hatiplere gitmesine karşıydı; "Regl olanların yanında Kuran-ı Kerim mi okunur" gibi gerekçeler ileri sürüyorlardı.
Uzatmaya gerek yok; ne imam hatip ne de türban konusunda MHP hiç yalpalamıyor; dün nasılsa bugün de aynı çizgisini koruyor.