Paylaş
Toplantıda Minibaş’ın adının yanında sıkça anılan iki isim daha vardı. Türkan Saylan ve Tülay Arın... Üç kadın da akademisyendi. Ancak üçü de köşelerinde emekli olmayı bekleyen üniversite hocalarından değildi. Her biri üniversitede, kadın hareketinde, sosyal haklar mücadelesinde aktif birer katılımcıydı. Bazen ayrı düştüler, bazen beraber oldular. Ancak üçü de kısa sürede bu dünyadan göçüp gittiler. İşte size bu üç kadının hikâyesi.
TÜRKAN Saylan tıp doktoruydu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yaptı. Sol-Kemalistti. Türkel Minibaş, iktisat bölümündeydi. Sosyalist-Kemalist görüşlere sahipti. Tülay Arın, Maliye’deydi. Yüzü feminizme dönük bir Marksistti.
Üçü de İstanbul Üniversitesi’nde hemen hemen aynı yıllarda akademisyenlik yaptılar. Üçü de girdikleri alanlarda öncü kadınlar oldular. Minibaş, iktisat bölümüne girdiğinde bölümde bir erkek egemenliği vardı. Kadınlar azınlıktaydı. Arın, o yıllarda maliye hukukunun sultası altında bulunan, çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu, maliye bölümüne girdi. Saylan, tıpta en zor alanlardan biri olan dermatolojiyi seçti. O yıllarda doktorların bile uzaktan baktığı cüzam üzerine uzmanlaştı. Türkiye’de dermatoloji alanında uzmanlığı olan 7’nci kadın akademisyendi.
Ezberleri bozuyorlar
Üçü de girdikleri alanda kurulu yapıyı eleştirdiler. Arın, bir maliye uzmanı olarak paranın üretimden ve üretim ilişkilerinden bağımsız ele alınmasına karşı radikal eleştirilerde bulundu. Marksist Maliye kuramını savundu. İktisadi planlamadan ve kalkınmadan yana oldu. Sosyal eşitliğin savunusunu maliyeye bakışında bir genel ilke olarak ele aldı. Derslerinde temel ekonomik kavramları sorguladı. “Üretim nedir” sorusu ile derse başlıyor ve o güne kadar yapılmış bütün ezberleri bozuyordu. İktisadı ne genel sloganlarla özetledi ne de bütünle bağını koparacak ölçüde uzmanlaştırdı. Dersleri 1960’lı yıllarda üniversitelerde bulunan Türkiye aydınlarının konferansları gibi geçiyordu.
Saylan, cüzamla ilk kez okuluyla gittiği Bakırköy Akıl Hastanesi’nde karşılaştı. Hastanede kafes gibi yerlerde pislik içerisinde tutulan cüzamlılara yemek veren hastabakıcılar dahi kafese yaklaşmıyordu. Doktorlar uzaktan verdikleri komutlarla hastayla konuşuyorlardı. Saylan cüzam üzerine çalışarak hastalığın bulaşıcı olmadığını ortaya çıkardı. Cüzamlılara dokunarak muayene eden, onları aşağılamadan bakan ilk doktorlardandı.
Minibaş, Türkiye’nin kalkınma sorununu kafasına taktı. Ona göre ekonomide asıl olan üretimdi. Konularını entelektüel bir derinlikle ele aldı. Sıkça “Ben Türkiye’ye kapitalizmin girişini Orhan Kemal’in romanlarıyla anlatırım” diyordu. İktisadı basitleştirdi, rakam yığını olmaktan çıkardı. Onun yazılarında ve konuşmalarında, edebiyat ve sanat, iktisadın içinde eriyip gidiyordu. Derslerinde Nâzım Hikmet’ten Shakespeare’den örnekler veriyordu. Akademisyenlerin sokağa seslenebilmesi gerektiğini savunuyordu. “Ben bir cari açık anlatırım, sokaktaki simitçi beni anlar, benim için önemli olan budur” derdi.
Eylemci kadınlar
Minibaş, Saylan ve Arın yalnızca üniversite hocası olmakla kalmadılar. Hepsi birer aktivistti. Üniversitenin dışında hayatın içinde de vardılar. Kurdukları dernekler, sendikalar, dergiler ile toplumu değiştirmek için mücadele ettiler.
Tülay Arın, Tarih Vakfı’nın kurucularındandı. Öğretim elemanlarının örgütlenmesi için mücadele etti. Öğretim Elemanları Sendikası’nın ve Öğretim Elemanları Derneği’nin kuruluşunda yer aldı. Türk Diyabet Vakfı’nın mütevelli heyeti üyesiydi. KA-DER’de çalışmalarda bulundu. 1986-1982 arasında Türkiye solunun o dönem etkili yayınlarından olan 11. Tez’i çıkardı. Feminist-Sosyalist Kolektif’in içindeydi.
Türkan Saylan, Tülay Arın’la beraber Öğretim Elemanları Derneği’nin kuruluşunda yer aldı. Cüzamla Savaş Derneği’nin kuruluşunu gerçekleştirdi. Cüzam Dispanseri, ardından cüzam hastanesini kurdu ve başhekimliğini yaptı. Dünya Sağlık Örgütü’nde danışmandı. Yaşamının sonuna kadar Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanlığı görevini yürüttü.
Türkel Minibaş, hayatının son 16 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Sokak çocukları için kurulan Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı Mütevelli Heyeti üyesi, Türk Kültür Vakfı, Türkiye Avrupa Vakfı, Türk Çağ Vakfı, İstanbul Mülkiyeliler Vakfı, Sosyal Demokrasi Vakfı gibi vakıflarda kurucu üyeydi. Yaşamının sonuna kadar Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nde Saylan’ın yardımcılığını yaptı. Minibaş, kimi zaman sokak çocukları için yollarda, kimi zaman Kazdağları’nda ya da Bergama’da altın arayanlara karşı köylerde, bazen de Anadolu’nun ücra bir köşesinde okul açılışındaydı.
Kadın sorunları
Üç kadının ortak bir özelliği daha vardı. Üçü de kadın sorunlarına ilgiliydi. Kadın örgütlenmelerine katılmaya özen gösteriyorlar, bulundukları örgütlerde kadınların sorunlarını dile getiriyorlardı.
Türkan Saylan, kızların okula kazandırılması için pek çok proje hazırladı. Kendisi de kız okulundan mezun olan Saylan’ın hayali tüm Anadolu’da yatılı bölge okullarını yeniden canlandırmak, kırsal kesimde yaşayan kızların bu şekilde şehirlerde okula gitmesini sağlamaktı. Hekimlik hayatında ise uzmanlaştığı sorunlardan biri de kadın hastalıklarıydı. Saylan kendisini “Kemalist-feminist” olarak tanımladı.
Minibaş, modernleşmek için kadının toplumdaki konumunu ilerletmek gerektiğine inanıyordu. Kadın ve cinsiyetçilik üzerine çalışmalar yürüttü, yazılar yazdı. Okullarda öğrencilerinin kadın tezleri yazmalarını destekledi. Kadınların çalışma hayatına katılımı sağlayacak mikro-kredi çalışmalarını örgütledi. Okuma yazma seferberliği projeleri hazırladı.
Arın, erken dönemden itibaren kadın sorunlarıyla ilgiliydi. 1983 yılında Yazko Dergisi’ne kadınların korunacak bir varlık olarak kaldıkları sürece şiddete açık hale geldiklerini yazıyordu. Kadın emeği üzerine çalışmalar yaptı. Sosyalist Feminist Kolektifin katılımcısı oldu.
Kadın Araştırmaları Merkezi
Üç kadının öncüsü olduğu bir kurum daha vardı. Türkiye’de ilk kez İstanbul Üniversitesi’nde Kadın Araştırmaları Merkezi’nin kurulmasına Minibaş, Arın, Saylan öncülük etti. Elbette merkezin kurulmasında üç kadının dışında bugün milletvekili olan Necla Arat’ın ve bugün ÇYDD Başkanı olan Aysel Çelikel’in büyük payı vardı.
Üç kadın da 80’li yıllarda Türkiye’nin hızla gericileşmesinden ve kadınların durumlarının ağırlaşmasından rahatsızlardı. Modernleşmenin itici gücünün kadın olduğuna inandılar. Kadın sorunlarına akademik yollarla çözüm bulabilmek için bu yolu seçtiler. Merkez, üniversitenin kadınları tarafından sahiplenildi. Çok geçmeden kadın akademisyenler ders vermeye başladı. Saylan merkezde kadın sağlığı üzerine dersler verirken, Minibaş ve Arın “kadın ve ekonomi” üzerine dersler verdi.
Kız lisesi ve Türk aydını
Minibaş, Saylan, Arın’ın bir ortak noktası da üçünün de kız lisesi mezunu olmasıydı.
Minibaş, Fatih Kız Lisesi’nden; Saylan, Kandilli Kız Lisesi’nden; Arın, İzmir Kız Lisesi’nden mezundu. Peki kız liseli olmalarının anlamı neydi?
Atatürk’ün kadın eğitimi konusunda yaptığı konuşmalarda, cumhuriyetin asıl hedefinin kadın ve erkeğin beraberce ayrımsız eğitimi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kızların okullara gönderilmesinin yaygın olmadığı koşullarda kız okulları, kız çocuklarının aileler tarafından okutulmasının imkânlarını yaratmaya çalıştı. Kız okullarında hem ev içi işler hem de yabancı diller öğretildi. Bir cumhuriyet kuşağı kadını bu okullar sayesinde modernleştirilmeye çalışıldı.
Saylan, anılarında Kandilli Kız Lisesi’nde nasıl vals öğrendiklerini anlattı. Minibaş, yaşamının son günlerine kadar Fatih Kız Lisesi’nin etkinliklerine katıldı, kız liselerinin kendine güvenli bir kadın kuşağı yetişmesindeki rolünü anlattı.
Zamanla gerici siyasetçiler kız liseleri projesini rafa kaldırdılar. Onların yerine imam hatip okulları çoğaldı. Kız liseleri ise karma eğitime geçti. Yatılı kısımları kapatıldı. Oysa bu liselerin yatılı bölümlerinde Anadolu’dan gelen kızlar emniyetle kalıyor ve kendi yörelerinde kavuşamadıkları eğitim olanağına bu sayede sahip oluyorlardı.
Kadın duruşu
Her üç kadının da akademide ortak bir özelliği vardı. Üçü de kadınsı görünüşlerini saklamadı. Arın’ın parmaklarına taktığı yüzükler meşhurdu. Minibaş’in makyajı ve takıları. Saylan genç yaşından itibaren annesinden nasıl makyaj yapması gerektiğini öğrenmişti. Kısacası her üç kadın da hayatlarının hızına rağmen kadın olmaktan vazgeçmediler. Kadın gibi bakıp kadın gibi yaşadılar.
İşte hayatları bu şekilde kesişen, aynı üniversitede benzer mücadeleler veren bu üç cumhuriyet kadınını 2009 yılında arka arkaya kaybettik. 6 Şubat’ta Minibaş, 18 Mayıs’ta Saylan, 30 Ağustos’ta Arın hayata veda etti. Adını hep yan yana duyduğum bu üç kadının adını yan yana getirince aklıma hep aynı şey geliyor.
Cumhuriyet ne kadar güzel kadınlar yetiştirmiş...
Türkel Minibaş: Doğan Avcıoğlu’nun yadigârı
TÜRKEL Minibaş, Nurten Hanım ile İhsan Bey’in çocuğu olarak dünyaya geldi. Çift, 1953 yılında doğan kızlarına “Türkel” adını verdi.
Türkel Minibaş, Peyami Safa’nın romanlarında muhafazakârlığı simgeleyen Fatih’te büyüdü. Kızını bir erkek gibi yetiştiren İhsan Bey, Minibaş’ın saçlarını uzun süre boyunca kısacık kestirdi. Akranları bebeklerle oynarken Minibaş, babasının etkisi ile kitaplara gömüldü.
Türkel Minibaş, küçük yaşta tiyatroya merak saldı. O dönem Müjdat Gezen ve Savaş Dinçel ile beraber şehir tiyatrolarında oynadı.
Fatih Kız Lisesi’ne gitti. 1970-71 döneminde okuldan mezun oldu. Okul yıllığında onun için şu satırlar yazıyordu: “Türkiye’yi kalkındırmak gibi ciddi emelleri olan Minibaş’a başarılar dileriz”.
Marmara Üniversitesi’nde İktisat Fakültesi’ne girdi. Üniversite yıllarında kafasında iki hayat amacı belirledi: “Akademisyen olmak ve Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmak”. Üniversite yıllarında arkadaşlarına yazdığı mektupları Prof. imzası ile bitiriyordu. 1975’te mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi’nde asistanlığa başladı. 1985’te doktor, 88’de doçent, 95’te profesör oldu.
26 Eylül 1994 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmaya başlayarak bir hayalini daha gerçekleştirdi. Her pazartesi yazdığı köşesinin adı “Gözucuyla” idi.
Çocukluğunda erkek gibi yetiştirilen Minibaş, genç bir kız olduktan sonra cinsiyeti ile barıştı. Üniversite koridorlarında yaşlı hocaları tarafından hep yadırgansa da tırnaklarında hep ojesi, yüzünde hep makyajı vardı. Boynunda daima meşhur takıları bulunurdu.
Türkel Minibaş, 2007 yılında mide kanseri olduğunu öğrendi. Hastalığına rağmen 2009 Ocak ayı sonuna kadar derslerine devam etti. Öğrencilerine son sözleri “Hayatınız boyunca belkemiğinizi dik tutmanızı rica ediyorum” idi. Ocak ayı sonunda hastaneye yattı. Hastanedeki yatağında her sabah makyajını yapıyor, gazetelerini okumaya çalışıyordu. Gazeteye yazdığı yazı son kez 3 Şubat 2009’da yayınlandı. Yazı şu cümlelerle bitiyordu: “ABD vahşileştikçe silah gereksinimimizde kutsal müttefikimizle, İsrail’le olan varyetemiz daha renklenecek. Halkımız da bu varyeteyi dik durmak sanacak. Ne diyelim haydi hayırlısı!”
İktisatçı dostlarının “Doğan Avcıoğlu’nun yadigârı” dedikleri Minibaş, 6 Şubat 2009’da dünyaya gözlerini yumdu.
Gerçekten ölü olanlar hizmeti olmayanlardır
TÜRKAN Saylan, üç kadının içinde en çok tanınanıydı.
13 Aralık 1935’te doğdu. Annesi’nin ailesi Reimann’lar, İsviçre’den İngiltere’ye göç etmiş bir aileydi. Anne Lili Reimann babası Fasih Galip ile evlendikten sonra Leyla adını alarak Müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra ailede tek oruç tutan kişi Leyla Saylan idi. Leyla, kocasının yanı sıra beraber oturduğu kaynanasından da baskı gördü.
Türkan Saylan daha o günlerde kadınların yaşadığı bu çarpıklığın farkına vardı. Ancak yine de kadın gibi davranmayı annesinden öğrendi.
Saylan herkesin umutsuzluğuna rağmen doktor olmayı tercih etti. Üstelik uzmanlığını “deri ve zührevi hastalıklar” alanında yaptı.
Henüz 22 yaşında, fakülteden arkadaşı Dr. Mustafa Özge ile evlenmeye karar verdi. Babası bu evliliğe razı değildi. Saylan, evlenmesi için nüfus cüzdanını vermeyen babasına: “Mevcut ve muhtemel tehlikeler karşısında seni uyarıyorum bana lütfen kâğıdımı ver” yazdı, evlilik gerçekleşti.
Türkan Saylan’ın bu evlilikten Çınar ve Çağlayan isminde iki oğlu oldu. Evliliği 1966 yılında son buldu. Kocası, şikâyetçi ve asabi bir kişiliğe sahipti. Doktorluk yüzünden sabahlara kadar nöbet tutan Saylan’ın evliliği yürümüyordu. Evlilik yıldönümlerinde “Senden bir şey istiyorum, artık beni boşa. Bana özgürlüğü ver!” dediği kocasından ilk ve son tokadı yedi. O tokat evliliklerinin sonunu ilan etti.
Türkan Saylan’ın çocuklarıyla varoluş mücadelesi bundan sonra başladı. Parasızlık nedeniyle kâh bir çatı katı kâh küçük bir daire olan evlerini çocuklarının okudukları okullarda yurt bulamayan çocuklara da açtı. İkinci evliliği de başarısız olan Saylan, hayatını mesleğine ve sivil toplum çabalarına verdi.
Tüm bunların arasında 1986 yılında göğüs kanseri olmuş, kanser lenf sitemine de sıçramıştı. Hemen ameliyat oldu ve yataktan kalkarak çalışmalarına devam etti. Ancak kanser onu bir kez de 2002 yılında karaciğerinden yakaladı. Saylan kanserle 2009 yılına kadar mücadele etti.
18 Mayıs 2009 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Cenazesini büyük bir kalabalık taşıdı. Cenaze namazını kıldıran emekli Beyoğlu Müftüsü İlhan Özkes “Gerçekten ölü olanlar, insanlara hizmeti olmayanlardır” dedi.
İşçi sınıfı cennete gider
TÜLAY Arın, 1945 yılında Söke’de doğdu. İzmir Kız Lisesi’ni bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Şubesi’nden mezun oldu. 1976 yılında George Washington Üniversitesi’nde hazırladığı “Türk İmalat Sanayinin Yapısal Dönüşümü: Kamu-Özel Sektör Yatırımlarının ve Yatırım Teşvik Politikalarının Rolü” başlıklı çalışması ile iktisat doktoru unvanını aldı.
Arın, Türkiye’ye döndükten sonra ODTÜ’de 1976-77 yıllarında öğretim görevlisi oldu. 1977’de İstanbul Üniversitesi Maliye kürsüsüne asistan doktor olarak atandı. O yıllarda tanıştığı eşi siyasetbilimci Cengiz Arın ile yaşamının sonuna kadar beraber oldu. 1982’de yardımcı doçent, 87’de doçent, 94’te profesör unvanlarını aldı.
Üniversite yıllarında yaptığı çalışmayı Marksist olduğu için kabul etmeyeceğini ancak siciline işlememesi için bunun yerine “Yetersiz” yazacağını söyleyen bölüm başkanına: “Siz Marksist yazın, sicilimi kirleten öbürüdür” dedi.
Korkusuzdu. Asistanının ifadesiyle: “Ne başkalarının gücünün ne de insanın kendi güçsüzlüğünün insanı aptallaştırmasına izin vermezdi.”
Arın, 2005 yılında süresi gelmediği halde erken emekli oldu. Üniversitelerin mevcut yönetiminden rahatsızlığı bir yana akademide çok yakınındaki insanlara da kırıldı. O tarihten sonra politikaya da küstü. Yorgun, kırgın ve umutsuzdu. Kendi kabuğuna çekilmişti.
30 Ağustos 2009 günü aniden kalbi durdu. Onun ardından iktisatçı dostu Nail Satlıgan’ın şu sözleri belki de onun hayatını özetliyordu: “Elio Petri’nin unutulmaz sinema epiğinin adına bakılırsa ‘İşçi sınıfı cennete gider’ imiş. Bu doğruysa, bir işçi sınıfı aydını olarak Arın da ‘cennetmekân’ olmuştur. Ama benim bildiğim Arın orada da ne huri olur ne gılmanlara yüz verir. Petri’nin filminin bir başkişisi gibi, orada bu kez cennetin duvarlarını yıkmaya çalışır. Gerçek cenneti gökyüzünde değil, ait olması gereken yerde, yeryüzünde kurmak için...”
Paylaş