Peki, Atatürk bu sözü nerede, ne zaman, niye etti? “Bu adamlar burayı İran gibi mi yapmak istiyorlar” derken kimleri kastetti? Bu sözden hemen sonra medreselerin açılma talepleriyle ilgili Başbakan İsmet İnönü’ye niye şifreli telgraf çekti? Gelin meseleyi en başından ele alalım...
ÖNCE bir teşekkür notu yazmalıyım:
Aralarında, Feroz Ahmad, Sina Akşin, Alpaslan Işıklı, Şerafettin Turan ve Taner Timur gibi öğretmenlerimin bulunduğu bir grup aydın yıllardır “iğneyle kuyu kazar” gibi yapılan bir çalışmaya önderlik yapıyor.
Çalışmanın adı, “Atatürk’ün Bütün Eserleri”. (Kaynak Yayınları)
Atatürk’ün “özel arşivini” kronolojik bir sırayla derleyip toplayan bu eser 36’ncı cilde geldi. Her evde olması gereken bu eser sanıyorum, 50’nci cilde kadar ulaşacak.
“Atatürk’ün Bütün Eserleri” büyük devrimciyi yakından tanımak isteyenlerin birincil başvuru kaynağı olacak nitelikte.
Ben çok bilgi sahibi oldum.
Mustafa Kemal’in, “Türkiye, İran olmayacak” şeklinde bir sözü olduğunu bilmiyordum. 17’nci ciltte karşıma çıktı.
‘İran gibi mi
yapacaksınız’
Tarih: 18 Eylül 1924
Yer: Rize
Mustafa Kemal eşi Latife Hanım’la birlikte bir gün önce saat 18.00’de Rize’ye gelmişti. Valiliği, belediyeyi ve garnizonu ziyaret ettikten sonra geceyi Rize’nin tanınmış isimlerinden Mehmet Mataracı’nın konağında geçirdi.
Sabah saatlerinde “Gazipaşa” ve “Cumhuriyet” adı verilen iki çeşmeyle bir abidenin açılışını yaptı.
Dinlenmek üzere valiliğe geçti. Burada sevgi gösterisinde bulunan halkı selamladı.
Saat 14.30’da Hamidiye gemisiyle Giresun’a hareket edecekti. Halkın alkışları ve idman Yurdu’nun bandosuyla valilikten uğurlanırken yanına iki müftü yaklaştı.
Bundan sonrasını Cumhuriyet Gazetesi’nin muhabirinin yazdıklarından okuyalım:
“Paşa Hazretleri’nin hükümet dairesinden dönüşleri esnasında Rize ve Atina (yeni adı Pazar-SY) müftüleri tarafından kendilerine bir dilekçe verilmiştir. Dilekçede medreselerin tekrar açılması talep ediliyordu.
Reisicumhur Hazretleri, dilekçe muhteviyatını öğrenince asabileşmişler ve müftülere hitaben:
‘Tevhid-i tedrisat mı istemiyorsunuz? Bu millet mektep yapmayacak mı? Şimdiye kadar geri kalmamızda en büyük etkenin ne olduğunu bilmiyor musunuz? Hayır medreseler açılmayacak!’
Buyurmuşlar ve halk tarafından alkışlanmışlardır. Paşa Hazretleri hitabelerine devam buyurarak:
‘Geçiminizi mi düşünüyorsunuz? Müsterih olun, ibadetinizle uğraşın. Bırakın milleti. Yoksa bu kararı veren Meclis’te sizden büyük âlimler mi yok? Millet bildiği gibi yapacak.’
Paşa Hazretleri tekrar şiddetle alkışlanmışlardır ve müteakiben Vali Bey’le bir müddet konuşmuşlar ve bu arada, ‘Bu adamlar burasını İran gibi mi yapmak istiyorlar?’ demişlerdir. Ahali, müftüleri kınamış ve Gazi’nin hitabesinden çok memnun olmuştur.” (20 Eylül 1924, Numara 134, Cumhuriyet)
‘İranlılardan
ibret almadınız mı’
Demokrat Parti milletvekili Mehmet Fahri Mete ise tanık olduğu bu olayı, bir arkadaşına yazdığı, 1 Ekim 1925 tarihli mektubunda şöyle anlattı:
“(...) Mustafa Kemal Paşa Hükümet Konağı’na giderken okul öğrencilerinden birisi tarafından vuku bulan isteklerine karşılık olarak ‘Arzularınız yapılacaktır’ demekle yetindi ve vilayet makamına çıktı. Buradan adliye dairelerinin bulunduğu orta kata inerken, merdivende Rize ve Atina (Pazar) müftüleri tarafından kendisine bir dilekçe sunuldu. Dilekçeyi dikkatle okudu ve birdenbire bu müftülere dönerek aşağıda yazılı sözleri yavaş yavaş artan bir şiddet ve asabiyetle söyledi:
‘Medreselerin tekrar açılmasını istiyorsunuz. Ankara’da bulunan vekilleriniz sizler kadar düşünemiyor mu? Eğer kendi şahsınızdan, kendi hayatınızdan, kendi geçiminizden endişe ediyorsanız, buna imkân yoktur. Siz ibadetle meşgul olunuz. Böyle şeyler düşünmekte mana yoktur. Bu Tevhid-i Tedrisat Kanunu icabınca medreseler açılmayacaktır. Bu bir kanundur. Bu, şunun veya bunun demesiyle değişemez ve değişmeyecektir. Alınız dilekçelerinizi!’
Valiye de:
‘Bunlar İranlılardan ibret almadılar mı? Bunlara bu ciheti anlatın’ dedi.
Bu sözler sürekli alkışlarla karşılandı.”
Neden İran
örneğini verdi
Mustafa Kemal niye İran’ı kötü örnek olarak göstermişti?
O dönemde İran’da neler olmuştu?
Rıza Şah, İngilizlerin desteğiyle İran’da darbe yaptı. Ordu Komutanlığı, Savunma Bakanlığı derken Başbakan oldu.
Kaçar Hanedanı’nın gücünü yok etmek için Cumhuriyet ilan etmek istedi. Dava arkadaşları modernistler ülke genelinde cumhuriyet propagandası yapmaya başladı. Ancak cumhuriyetin kurulmasına (İngilizlerin kontrol ettiği) mollalar karşıydı ve bunlar eğitimsiz halkı kışkırttılar.
Cumhuriyet hayalinin gerçekleşmeyeceğinin farkına varıp, iktidar gücünü elinden kaçırmak istemeyen Rıza Şah, toprak ağaları ve mollaların desteğiyle krallığını ilan etti. Meclis’te İslam yasalarını koruyacağına ve hiçbir değişiklik yapmayacağına yemin etti.
İşte...
Bir yıl önce cumhuriyeti ilan eden Mustafa Kemal, medreselerin açılmasını isteyen hocalara kızıp, bu nedenle “Türkiye, İran olmayacak” demişti.
Ve bu sözünün hep arkasında duracaktı.
Şöyle ki...
Hayat boyu
reisicumhurluk
teklifi
Tarih 25 Eylül 1935.
Dönemin Akşam, Son Posta, Cumhuriyet gibi gazeteleri, Atatürk’e hayat boyu reisicumhurluk teklifi yapılacağını yazdı.
Bunu Atatürk’e de sordular. Yanıtı şu oldu:
“Bana öteden beri bu ve buna benzer tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz ve kamuoyu bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez.
Benim gayem Türkiye’de, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet hâkimiyetini takviye etmek ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir manada görürüm. Bu noktada şu veya bu yorumlara giden sözlerin manasını, beni iyi tanımış olan Türk milleti benden daha iyi takdir eder.”
Bu ara bilgiden sonra tekrar Rize’ye dönelim. Bakalım sonra neler oldu?
İsmet Paşa’ya
şifreli telgraf
Mustafa Kemal medreselerin yeniden açılması talebine çok kızdı. Hamidiye gemisine çıkar çıkmaz hemen başvekil İsmet Paşa’ya şifreli bir telgraf yazıp gönderdi.
“Bugün Rize’den ayrıldığım sırada Rize ve Atina müftülerinin temsil ettiği bir hoca heyeti, bütün memleket ve civar halkı önünde kapattırılan medreselerin açılmasını dilekçeyle talep ettiler.
Dilekçeyi okuduktan sonra çok kızdım. Yüksek ve şiddetli bir sesle kendilerini azarladım ve memleketin, milletin şimdiye kadar felaketi sebeplerinin kendileri olduğuna işaret ettim.
‘Mektep istemiyorsunuz! Halbuki millet onu istiyor. Bırakınız. Artık bu zavallı millet, bu memleketin evlatları yetişsin. Medreseler açılmayacaktır. Millete mektep lazımdır’ diye bağırdım.
Bütün halk ve mektep talebesi ‘bravo’ sesleri ve heyecanlı alkışlarla karşıladılar. Ayrılmamdan sonra bu hocalara halkın bir fenalık yapmalarından korkarım.
Buna karşılık, Rize’deki liseyi canlandırmak elzemdir. Mektep binası ve eğitim aletleri yoktur.
Hocaları çok olan bu muhitte ilim irfan teşkilatımızın süratle faaliyete başlaması pek lüzumludur.
Burada Osman Ağa’nın oğlu İsmail Bey, yirmi bin liralık bir mektep binası yapmak üzere imiş. Bunu taltif ederek, işin hızlandırılması ve hemen eğitim aletleri göndermek ve fazla alaka göstermek suretiyle, halkın taassuba karşı gösterdiği fiili tezahüre karşılık vermek icap eder.” (Cumhurbaşkanlığı Arşivi, A: 4, D: 81, F: 2-394, 2-395)
Yazımıza bir notla başladık. Ve bir not ile bitirelim:
Krallığı, halifeliği elinin tersiyle itekleyip ülkesine cumhuriyet rejimi getiren Mustafa Kemal başarılı oldu mu?
Kuşkusuz oldu.
Cumhuriyet “çıtkırıldım” değildi.
Peki, Cumhuriyet’in devrimleri korunabildi mi?
Atatürk’ün hassasiyeti anlaşılabildi mi?
Bakınız:
Mustafa Kemal’in evinde kaldığı Rizeli Mehmet Mataracı, bir yıl sonra Şapka Kanunu çıktığında, İstanbul’dan hemen 10 adet şapka getirtti. Hemşerilerine dağıttı. Rize’nin çağdaş bir şehir olması için ömrü boyunca çabalayan Mehmet Mataracı’nın adı, bugün şehirde nereye verildi bilir misiniz: “Mehmet Mataracı Kız Kuran Kursu!”
Başka söze gerek var mı?
ATATÜRK’ÜN MUSUL ÇÖZÜMÜ
‘ALALIM KURTULALIM’
Yıllardır Kürt sorunu gündemimizden düşmüyor.
Bugünlerde ateşkes, özerklik vs. konularını tartışıyoruz. “Verelim kurtulalım” diyenler de seslerini çıkarmaya başladı.
Atatürk’ün bu konuda görüşü neydi?
“Alalım kurtulalım!”
“Atatürk’ün Bütün Eserleri” ciltlerinden altını çizdiğim bazı bilgileri sizlerle paylaşayım...
Yıl: 1922.
ABD’li Gazeteci Edward King çalıştığı United Pres adına, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı Mustafa Kemal ile bir röportaj yapmak istedi. Coğrafi şartlar ve savaş durumu bu röportajın gerçekleşmesini engelliyordu. Sonunda yol bulundu; King sorularını yazıyla Ankara’ya gönderdi. 5 sorusu vardı. 3’üncü soru ve yanıtı İkdam Gazetesi sansür etti. (2 Kasım 1922, No: 9205)
Neydi o soru ve yanıtı:
? Kürdistan petrol arazisini talep edecek misiniz?
? Musul vilayeti milli sınırlarımız dahilindedir.
Aynı yıl Amerikalı gazeteci Richard Eaton da Mustafa Kemal’le röportaj yaptı.
Görüşme Türk ordusu İzmir’e girdikten hemen sonra, 13 Eylül 1922’de gerçekleşti.
? Ekselans, İstanbul’u almak ve Üsküdar üzerine yürümek istediğinizi söylüyorlar. Kazandığınız zaferden sonra ilk projelerinizin neden ibaret olduğunu sorabilir miyim?
? Bütün Türk toprakları kurtulmadıkça durmayacağım.
? Paşa hazretleri Türk toprakları derken ne murat ediyorsunuz?
? Avrupa’da İstanbul ve Meriç’e kadar Trakya; Asya’da Anadolu, Musul arazisi ve Irak’ın yarısı.
Yıl: 1925.
Mustafa Kemal, Musul konusunda L’Humanité ve Le Temps gazetelerine de demeç verdi. Şöyle dedi:
“Musul Türk’tür. Bu hakikati hiçbir şey değiştiremez. Bize hakkaniyetle muamele edilmiş ve bilhassa Musul halkının görüşü alınmış olsaydı, Cemiyeti Akvam usulüne tabi olmayı kabul ederdik.
Cemiyeti Akvam, adaletin kefili olduğunu ilan ettiği prensiplerini aleyhimize ihlal ettiğinden, kendimizi her türlü mecburiyetten azade kabul ediyoruz.
Musul vilayeti büyük petrol zenginlikleri ve bir stratejik set olması itibariyle bizim için esaslı bir ehemmiyete sahiptir. Avrupa’daki bütün milli sınırlar bugün stratejik değerlendirmeler üzerine kuruludur. Bizim aynı prensibi kabul etmemize neden engel olunsun?
Biz zengin değiliz. Lakin ordumuz hazırdır ve morali mükemmeldir. Şayet bize meydan okunursa -zaten böyle bir şey muhtemel değildir- buna karşılık vereceğimizden emin olunuz.”
Mustafa Kemal Musul konusunda çok kararlıydı.
Mustafa Kemal, Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde Acemi Paşa ile birlikte Musul’un Türk idaresinde kalması için mücadele veren, Kerkük merkezinin reisi Seyyid Muhammed Cebbari ve akrabalarına bir mektup yazıp gönderdi:
“Memleketin ayrılmaz bir parçası olan Musul’un ve Musul ahalisinin yakında kurtulacağına inanılarak ve itimat olunarak öteden beri devam eden mücahedelerinizde kararlı olmanızı gelecekteki selamet ve saadetiniz namına malum olan hamiyetinize terk eylerim.
Türkiye hükümetinin şefkati ve Musul’un hükümetimize aidiyeti hasebiyle yakın gelecekten asla ümit kesmeyerek zulümlere karşı yüksek bir mücadele ile aydınlık bir gelecek temin olunması din kardeşlerimizin huzur ve saadeti için kıymettardır.
Kurtuluş günleri yakındır. Kurtuluş güneşinin doğuşunun sabırla beklenilmesini hatırlatır. Cenabı Vacib-ül vücud’dan (varlığı lüzumlu olan Allah’tan) herkese muvaffakiyetler dilerim.” (1 Ağustos 1925)
Boğazlar meselesi ve Hatay sorununu çözen Atatürk’ün ömrü Musul’u topraklara katmaya yetmez.
Ama...
Musul’un alınmasını vasiyet ettiği söylenir.
Yani Atatürk, “Al kurtul”dan yanaydı!