ÖNCE Osmanlı tarihinde iki ismi tanıyalım:Birincisi; Şeyhülislam
Mehmed Cemaleddin Efendi:Rumeli Kazaskeri Şeyh
Ahmed Halid Efendi ile
Hz. Ebu Talib ve
Hz. Ali’nin 51’inci kuşaktan torunu Vezir
Said İbni Abdülbaki’nin kızı
Seyyide Mevhibe Hanım’ın oğluydu.
Büyükannesi, ünlü Türk matematikçi
Gelenbevizade İsmail Efendi’nin kızı
Naile Hanım idi.
4 Eylül 1891’de şeyhülislam oldu ve bu görevi kesintisiz 16 yıl 11 ay sürdürdü.
Bu makamdan istifa ettikten sonra 3 defa daha meşihat makamına layık görüldü.
İkinci görevi (1908) 6 ay 10 gün; üçüncü görevi (1912) 3 ay 8 gün ve dördüncüsü (1912) 2 ay 25 gün sürdü. Toplam 17 yıl 11 ay görev yaptı.
İttihatçılar 1913 Babıáli Baskını’yla iktidarı ele geçirince Şeyhülislam
Cemaleddin Efendi Mısır’a sürüldü.
Ölene kadar Mısır’da kaldı.
Üç çocuğu vardı.
Anadolu Kazaskeri
Mahmud Kemaleddin. ("Boş Beşik", "Barbaros Hayrettin Paşa" gibi filmlerin yönetmeni
Baha Gelenbevi’nin babasıdır.)
Şûray-ı Devlet (Danıştay) Üyesi
Ahmed Muhtar.Ve
Ayşe Aliye.Şimdi gelelim ikinci ismi tanımaya,
Cemil Topuzlu:Eyüp’teki Mihrişah Valide Sultan Türbesi’ne gömülü İskeçeli
Topuzlu Hacı Mustafa’nın torunu Kaymakam
Yusuf Ziya Paşa ile Kazasker
Siruzizade Tahir Efendi’nin kızından dünyaya geldi.
Babası Kudüs’teki Mescid-i Aksa Camii’ni restore ettirdi. Başarısı karşısında rütbe, nişan aldı.
Cemil Topuzlu hekimdi.
İlk sivil tıp fakültesi olan
"İstanbul Tıp Fakültesi"ni kurdu. Bunu dişçilik ve eczacılık okulları takip etti. 1912 ve 1919’da iki kez İstanbul Belediye Başkanlığı görevini yürüttü. Gülhane Parkı gibi birçok park, şehir tiyatroları, merkez hali vs yaptı.
Yabancı gelin
Hekim
Cemil Topuzlu, Şeyhülislam
Cemaleddin Efendi’nin kızı
Ayşe Aliye ile 1891’de evlendi.
Bu evlilikten üç çocuk dünyaya geldi:
Muhiddin, Mehmet Ziya ve
Selma.Cemil Topuzlu çocuklarına çok ilgili bir babaydı. Çocukları bulaşıcı bir hastalığa yakalanınca hepsini alıp 1914’te İsviçre/Cenevre’ye gitti. 2 yıl bu ülkede kaldı. Çocuklar iyileşince İstanbul’a döndü.
Fakat fazla kalamadı; Fransız hükümetinin sulh teklifini Sadrazam
Talat Paşa’ya iletmesi
Enver Paşa’nın tepkisiyle karşılandı. Çiftehavuzlar’daki köşkü gözlem altına alınınca 1917’de ailesiyle birlikte bir kez daha İsviçre’ye gitti.
Bu kez aralarında
Muhiddin yoktu. Dört lisanı anadili gibi konuştuğu için,
"küçük dáhi" dediği 13 yaşındaki oğlu
Muhiddin’i yakalandığı hastalıktan kurtaramamıştı.
Topuzlu Ailesi, Cenevre’de iki yıl kaldı.
Cemil Topuzlu İstanbul Belediye Başkanlığı teklifiyle tekrar yurda döndü. Belediye Başkanlığı ve Nafia Nazırlığı yaptı. Ancak Sadrazam
Damat Ferit Paşa’yla geçinemedi; istifa etti. İstifasına kızan
Damad Ferit’in kendisini Divan-ı Harbe vereceğini öğrenince yine yurtdışına, Fransa/Nice’e gitmek zorunda kaldı.
Bu arada Ankara Hükümeti de
"İngiliz Muhipler Cemiyeti" kurucusu olduğu için
Cemil Topuzlu’yu kara listeye aldı.
İstanbul ve Ankara hükümetinin tepkisini alan
Cemil Paşa’nın Fransa’daki bu
"gönüllü sürgünlüğü" 4 yıl sürdü. 1924’te İstanbul’a döndü.
Fakat memleketinde yine uzun süre kalamadı. Bu kez gidiş sebebi oğlu
Mehmet Ziya idi.
Mehmet Ziya 1925’te Galatasaray’dan mezun oldu.
Cemil Topuzlu, çocuklarını Avrupa’da okutmak istedi.
Mehmet Ziya Topuzlu, Belçika Leuven Üniversitesi’nde ekonomi okudu.
Oğulları üniversiteyi bitince Topuzlu Ailesi 1929 yılında İstanbul’a döndüler.
Yanlarında bir de gelinleri vardı:
Lilimina Reimann...
Lilimina ReimannLilimina Reimann, İsviçre kökenli bir ailenin kızıydı.
1900’lerin başında İsviçre’de ekonomik bir kriz yaşanınca, Zürih yakınlarındaki Melingen kasabasından İngiltere Birmingham’a göç etmişlerdi.
Babası
Robert Reimann fabrikalarda teknisyen olarak çalışıyordu.
Mina adlı bir İngiliz ile evlenmişti.
Ve
Lilimina -aile içindeki adıyla
Lili- Birmingham’da 1908’de dünyaya gelmişti.
Reinmannlar’ın ekonomik düzeyi giderek iyileşmiş ve
Lili dönemine göre iyi okullarda öğrenim görmüştü. Ticaret Lisesi’nden mezunuydu.
18-19 yaşlarında iken
Mehmet Ziya Topuzlu ile tanışmıştı.
(Bu yazıyı hazırlarken,
Mehmet Ziya Topuzlu’nun oğlu Prof.
Cemalettin Topuzlu ile, torunu Prof.
Gonca Topuzlu Tekant ile görüştüm. Her ikisi de
Lili ile
Mehmet Ziya’nın ne zaman, nerede tanıştıklarını bilmediklerini belirttiler.)
Mehmet Topuzlu ve
Lili, İngiltere’de 1929’da evlendiler.
Tüm aile o yıl İstanbul’a gelip Caddebostan’daki Topuzlu Köşkü’ne yerleşti.
Lilimina’nın güzelliği İstanbul’da dillere destan oldu. Hatta karı-koca bir gün tekneyle gezi yaparken
Atatürk ile tanıştılar.
Atatürk, Lili Topuzlu’ya
"Tıpkı bir Limoges vazosu gibi güzelsiniz" diye iltifat etti.
Mehmet Ziya ile
Lili Topuzlu mutluydular, ancak bir sorun vardı.
Lili hamile kalamıyordu. Bu durum sekiz yıl sürdü.
Lili Topuzlu giderek içine kapandı. Eski neşeli, sıcak halinden eser kalmamıştı. Gezmeye bile gitmiyordu.
Ve bir gün karşısına
Fasih Galip adlı bir genç çıktı...
Galiçya gazisi Fasih Galip Fasih Galip 1900 doğumluydu.
Ailesinde
"Paşalar", "Beyler" yoktu. Balkan göçmeni annesi
Nadide Hanım yetimhanede büyümüştü. Babası
Galip yoksuldu ve zaten genç yaşında ölmüştü.
Fasih Galip daha lise öğrencisi iken askere alındı. Galiçya Cephesi’nde bulundu, yaralandı, Almanya’da tedavi oldu. Bu ülkede okudu. Mühendis oldu. Türkiye’ye dönüp ülkenin inşasında görev yaptı.
Xenya adında bir balerine áşık oldu. Her ikisinin de ülkelerinde yaşama istekleri evlenmelerine engel oldu.
Bir de
Fasih Galip’in yeni aşkı...
Lili ile
Fasih Galip’in nerede-nasıl tanıştıkları bilinmiyor.
Bilinen, bu tanışmanın evlilikle sonuçlandığı.
Fakat
Fasih Galip’in
Lili’yi ikna etmesi hiç de kolay olmadı. Öyle ki, zorlu bir yolculukla Birmingham’a gidip,
Lili’nin anne-babası
Robert-Mina Reimann’ı alıp İstanbul’a getirdi.
Ailesinin desteğiyle
Lili, çocuk veremediği
Mehmet Ziya Topuzlu’dan boşandı.
Bu dostça bir ayrılıktı.
Mehmet Ziya Topuzlu yine bir İngiliz
Daisy ile evlendi.
Daisy Müslüman olmadı ve bir Hıristiyan olarak bugün eşiyle Zincirlikuyu Mezarlığı’nda beraber yatmaktadır.
Fasih Galip ile
Lili 1934 yılında evlendiler.
Lili 5 aylık hamile iken 28 Haziran 1935 tarihinde Beyoğlu Müftülüğü’ne giderek (sayı 9/154) Müslüman oldu. Adını
"Leyla" olarak değiştirdi.
Ve 13 Aralık 1935’te
Türkan doğdu.
Yeni çıkan soyadı yasasına göre
"Türkan Saylan"...Bundan sonraki hikáyeyi hepiniz biliyorsunuz.
Yiğit bir Cumhuriyet kadınının neleri gerçekleştirdiğinden haberdarsınız.
Peki...
Gelelim sonuca...
Lili Topuzlu, şeyhülislam gelini olmasına rağmen dinini değiştirmesi için hiçbir baskıyla karşılaşmadı.
Zaten dinini de değiştirmedi.
İkinci evliliğinde de bir zorlamayla karşılaşmadı.
Ne zaman kızı
Türkan’a hamile kaldı, o zaman gidip kendi isteğiyle Müslüman oldu.
Yani hiçbir zorlama olmadan.
Bundan gurur duymamız gerekmiyor mu? Bu hoşgörüyü dünyaya anlatmamız,
"İşte İslam budur" dememiz gerekmiyor mu?
Samimi olarak inanmış, kimse ona bir zorlama getirmemişken kendi rızasıyla Müslüman olmuş; oruç tutup namaz kılmış
Leyla Saylan’a dinci gazeteler neden hálá iftira atmaktadır?
Vicdanları bu kadar mı keçeleşti?
Deniz Gezmiş, ’pavyondaki kadın’ için üniversite işgal etmişti!YAZAR Oya Baydar, Ahmet Altan tarafından
"liberallerin arasına düşen Türkan Şoray filmlerini andıran pavyondaki namuslu kadın" benzetmesine muhatap kalınca Taraf Gazetesi’nden istifa ederek medyanın gündemine girmişti.
Romanlar yazıp ödül almış
Oya Baydar, bu olayla birdenbire popüler kültür dünyasının tanınmış isimleri arasında yerini alıverdi. Tv ve gazetelere röportajlar verdi. Ünlendi!
Geçtiğimiz hafta...
Bu sayfada
Oya Baydar ile ilgili bir yazı kaleme alacaktım.
Diyecektim ki,
"Oya Baydar’ı solcular çok eskiden tanır".İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde 4 yıldır asistanlık yapan
Oya Baydar (o dönemdeki adıyla
Oya Sencer),
"Türkiye’de İşçi Sınıfı’nın Doğuşu ve Yapısı" konulu doktora tezi yazdı. Tezi, hocaları Prof.
Nurettin Şazı Kösemihal ve Prof.
Macit Gökberk tarafından onaylandı. Ancak Profesörler Kurulu tezi iki defa reddetti.
Oya Sencer/Baydar, 26 Aralık 1968’de istifa etti.
Olayı öğrenen İstanbul Üniversitesi öğrencileri,
Oya Sencer’e destek verip Profesörler Kurulu’nu protesto etmek için derslere girmeyip topluca merkez binaya/rektörlüğe gittiler.
Oya Sencer burada gözyaşlarını güçlükle tutarak,
"Onlar zannediyor ki her istifaya zorlanan öğretim üyesi mücadeleden vazgeçecek" diye konuştu.
Bu sözler üzerine başını
Deniz Gezmiş’in çektiği öğrenciler, rektörlüğü işgal etti.
"Demokratik Üniversite" diye slogan atan öğrenciler Edebiyat Fakültesi dekanını da istifa çağırdılar.
Üniversite senatosu, rektörlüğün işgalini öğrenince okulu süresiz tatil etti.
Bu eylem nedeniyle
Bozkurt Nuhoğlu, Celal Doğan, Masis Kürkçügil gibi yedi öğrenci tutuklandı.
Deniz Gezmiş, polis tarafından aranmaya başlandı.
Geçen hafta işte bunları yazmayı planlıyordum...
Olaylı biçimde köşe yazarlığından istifa ederek medyanın gündemine gelen
Oya Baydar’ın, 1968’de üniversiteden istifasıyla da rektörlük işgaline neden olduğunu yazacaktım.
O döneme ve
Oya Baydar’ın ilk eşi (
"Osmanlı Toplum Yapısı", "Toplumbilimlerinde Yöntem", "Dinin Türk Toplumuna Etkileri", "Türkiye’de Sınıfsal Yapı ve Siyasal Davranışlar", "Türkiye’nin Yönetim Yapısı" gibi hayli okunan ve tartışılan kitapları yazan) Doç. Dr.
Muzaffer Sencer’e ait okuma yapıyordum.
Sonra... Gündem değişti.
Geçen hafta başka bir şey yazdım.
Bu hafta Teşvikiye Camii’nde
Türkan Saylan’ın, annesi hakkında yazılanlardan dolayı üzüntü duyduğunu öğrenince ne yazacağım belli oldu.
Konuyla ilgili okumalar yaparken karşıma kim çıktı dersiniz;
Muzaffer Sencer Hoca!
Türkan Hoca, arkadaşlarıyla Sovyetler Birliği’ne düzenledikleri
"Beyaz Geceler" gezisinde tanımıştı
Muzaffer Sencer’i.
"Muzaffer Sencer’i Rusya gezisinde, genç, çok yakışıklı, durmadan Ece Ayhan şiirleri okuyan, tartışmalara giren, çok yönlü ve ilginç, durmadan sigara içen, iğneleyici espriler yapan bir insan olarak tanıdım. Döndükten sonra birkaç yıl dostluğumuz sürdü. Uzun telefon konuşmaları, ayda bir İstanbul’a gelişler, benim Ankara’ya gidişlerimde görüşmeler. (...) Sanırım bir öğrencisiyle yeni bir evlilik yapmıştı. Koleksiyon, eski eşya, takı toplama-yapma gibi özgün merakları vardı. Gümüş paralardan, boncuklarla süslü kolyeler yapıp armağan ediyordu etrafındakilere. Ankara’daki son evi tıkış tıkış antika doluydu.
Bu ilginç adam içtiği sigaralar sonucunda akciğer kanseri oldu. Eşi, arkadaşları ona baktılar. Çoluk çocuğu yoktu; babasından kalan miras bazı mal mülkü bir şeyleri vardı herhalde. Aklına koymuştu, mirasını bizim derneğe bırakacaktı ve adına bir okul yapılacaktı.
Durmadan bana haber gönderiyor, telefon ediyor,
’Türkan gel, noter çağıracağım, bunları sana vereceğim. Biliyorum sen isteğimi yaparsın’ diyordu.(...)
Sonunda hiç unutmuyorum, bir cuma Ankara programı yaptım ve bir gün öncesinin akşamı evine telefon edip,
’Yarın geliyorum’ demeye karar verdim. Telefona eşi çıktı,
’Ne yazık ki bugün yitirdik’ dedi.
İşte Muzaffer’in bendeki öyküsü. Ne yazık ki onun adına, onca olanak varken, cıvıl cıvıl çocukların koşuşturduğu bir köy okulu bile yapamadık. Bu acıyı, bu yitikliği belki de bu başarısızlığı hep içimde taşırım." (
"Güneş Umuttan Şimdi Doğar" kitabından.)
Oya Baydar’ı yazacakken nerelere gittik...
İyi de ettik; bilmeyenlere
Muzaffer Sencer Hoca’nın adını duyurduk.
Cemil Topuzlu Köşkü’nün hazin hikáyesiÇİFTEHAVUZLAR’daki Cemil Topuzlu Paşa Köşkü 1901 yılında yapıldı.
Köşk, Büyük Kulüp olarak kullanılan binanın bahçesine bitişiktir.
Bugün harap halindeki bu köşkü
Cemil Topuzlu, Fransa’da mimarlık tahsili görmüş
Alexandre Vallury’ye inşa ettirdi. (
Vallury aynı zamanda Arkeoloji Müzesi, Tokatlıyan Oteli, Büyük Kulüp gibi nice binanın mimarıdır.)
Köşk o yıllarda çok moda olan art nouveau tarzında yapıldı. Köşkün içindeki parkeler Fransa’dan getirtildi. Bahçesine nadide ağaçlar-çiçekler dikildi; heykeller kondu.
Sadrazam
Gazi Ahmed Muhtar Paşa, köşkü görünce
Cemil Topuzlu’ya İstanbul Şehremini makamını teklif etti!
"Evinin içinde ve dışında küçük bir Avrupa yaratan adamı şehremini yaparsam İstanbul’u imar eder" diye düşünmüştü.
Cemil Topuzlu bu köşkte 30 yıl oturdu.
Kızı
Selma’nın eşi Albay
Şahap Gürsel ile geçinemedi. Köşkü
"Şeker Kralı" Hayri İpar’a sattı.
Hayri İpar’ın ölümüyle mirasçıları davalık oldu.
Dönemin gazete sayfalarından inmeyen (
Uğur Mumcu ve
Ayhan Songar arasında büyük polemikler çıkaran) bu davalar sonucu köşkü Banker Kastelli
(Cevher Özden) satın aldı. Ve 1986 yılında Kadıköy Belediyesi’nden imar kanunu çıkararak bahçesindeki ıhlamur, kestane, çınar, çam gibi nice ağaçları kesip apartmanlar yaptı.
Köşk tarihi eser olduğu için yıkımdan kurtulmuştu.
Köşkü ve artık çok küçülmüş arazisini 1997 yılında
Şadan Kalkavan satın aldı.
Bu bilgilerden sonra gelelim sonuca:
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay mı, yoksa Kadıköy Belediye Başkanı
Selami Öztürk mü el atar bilemem. Belki de
Şadan Kalkavan öncülük eder.
Kim yaparsa yapsın; Cemil Topuzlu Köşkü hayata döndürülmelidir.
Köşk
"Cemil Topuzlu Tıp Müzesi" yapılmalıdır.
Osmanlı’dan günümüze dönemin ameliyathaneleri, hastane odaları, tıpta kullanılan araç gereçler, fotoğraflar, nice sağlık belgeleri bu müzede toplanabilir.
Cemil Topuzlu’nun icat ettiği ve adını taşıyan aletler sergilenebilir.
Tıbbın nereden nereye geldiği bu müzeyle çocuklara gösterilebilir.
Bunun için yapılacak tek bir adım vardır: Kararlılık.
Topuzlu Ailesi bu konuda elinden geleni yapmaya hazırdır.