Nakşibendilik, zamanla Türklüğü unutup Hint ve İran etkisine girdi. Önce Orta Asya’da, Yeseviliği Sünni öğreti içinde eriterek yok etti. Ardından, Anadolu’da kök saldığı son 400 yıldır da hedefinde hep Bektaşiler oldu. Onları da "Sünnileştirmek" için hiçbir fırsatı kaçırmadı; ne yazık ki Bektaşilerin katledilmesine bile onay verdi.TARİH: 2 Zilhicce (1826). Yer: İstanbul Topkapı Sarayı’ndaki Cami-i Şerif. Padişah
II. Mahmud, kafes arkasına geçip camiye davet edilen şeyhlerin konuştmalarını dinlemeye başladı.
Osmanlı merkezi idaresi, o günlerde tarihinin en önemli kararlarından birini almak üzereydi.
II. Mahmud, Sünni din adamlarının desteğine ihtiyaç duyuyordu.
Toplantıya katılan bu
"kanaat önderleri" şunlardı:
Nakşibendi tarikatı şeyhlerinden Beşiktaşlı
Yahya Efendi türbedarı
Hafız Efendi ve İdris Köşkü’nde tekkesi olan Balmumcu
Mustafa Efendi; Üsküdar’da Nasuhizade
Şeyh Semseddin Efendi, Bandırmalızade
Galip Efendi, Sa’diye’den kahveci Şeyh
Emin Efendi; Koca Mustafapaşa’da Sünbüliyye Şeyhi; Mevlevi şeyhlerinden Galata Şeyhi
Kudretullah Dede; Beşiktaş Şeyhi
Abdulkadir Efendi; Kasımpaşa Şeyhi
Ali Efendi; Halvetilerden Zakirbaşı Şikarizade
Şeyh Ahmed Efendi, Merkezefendi Şeyhi
Ahmed Efendi, Hüdayi Mahmud Efendi Şeyhi
Seyid Efendi; eski ve yeni şeyhülislamlar, sadrazamlar ve şûra ileri gelenleri...
İlk sözü Şeyhülislam Kadızade
Mehmed Tahir Efendi aldı. Göreve birkaç hafta önce gelmişti; Şeyhülislam Mekkizade
Mustafa Asım Efendi, yapılacak büyük katliama fetva vermeyeceği düşünüldüğünden görevden alınmıştı. Şeyhülislam Kadızade
Tahir Efendi, toplantıdaki sözlerine
Hacı Bektaş-ı Veli’yi överek başladı:
"Hacı Bektaş-ı Veli ve başkaca pirler, saygıdeğer kişiler, hep ehlullah (veli) olup onlara kesinlikle diyeceğimiz yoktur. Yalnız şeriatta mekruh nesne tarikatta haram sayılır. Bazı cahil kimseler, Bektaşilik adıyla kendi havalarına uyarak farz olan şeyleri yerine getirmek bir yana, ibadeti bile küçümseyip kötü gözle bakmaları ve mahrumiyet tanımamaları ile káfir oldukları herkesin ağzından duyulmaktadır. Sizler Osmanlı Devleti’nin yolunda şeyhlersiniz, bu hususta duyduğunuz ve bildiğiniz nasıldır. Bu gibileri hakkında ne dersiniz?"
Toplantıda söz alan tüm şeyhler benzer sözleri tekrarladılar:
"Şeriata aykırı hareket ediyorlar!" "Öldürülmeleri vaciptir!"Anadolu’da Türk kültürünün yerleştirip yaşatılmasında büyük emeği olan Bektaşilerin yok edilmesi için şeyhler tek tek onay verdi.
II. Mahmud bu sözleri duyduktan sonra camiyi terk etti. Yeniçerileri ve onların pirdaşı Bektaşileri yok etmek için bir engel kalmıştı sadece...
Burada parantez açmama izin veriniz:
Yukarıdaki bilgileri
Ahmed Cevdet Paşa’nın
"Tarih-i Cevdet" adlı kitabın 12’nci cildinin, 236-237’nci sayfalarından aldım. Bilgileri aktaran
Ahmed Cevdet Paşa, olaya kendi duygu ve düşüncelerini de katıp bakın ne yazıyor:
"Bektaşiler, karışıklığa yatkın olan halkın kalbini çelip kötülüklere sürükledi. Özellikle cahil insanlara ve yeniçerilere sokulup işledikleri kötülüklerle onları da baştan çıkarıp isyan edecek duruma soktular. Osmanlı topraklarının her yerinde idam edilmeleri, devleti sevenlerin amacı idi. Allah’ın lütfu ile bunun zamanı gelmişti."
Osmanlı tarih yazıcılığının en önemli kaynak kitaplarını yazan
Ahmed Cevdet Paşa’nın tarafgirliğini görüyor musunuz? Ama kader işte; kızı yazar
Fatma Aliye’den olan torunu
İsmet Faik, ABD’de Hıristiyan oldu!
İKİNCİ TOPLANTI
Bektaşi ve yeniçerileri yok etmek için
"siyasi elitin" de desteği şarttı. 25 Mayıs’ta Şeyhülislam Kadızade
Mehmed Tahir Efendi’nin konağında bir toplantı yapıldı.
Toplantıya Sadrazam
Mehmed Selim Paşa, Rumeli Kazaskeri, İstanbul Müftüsü, Sadaret Kethüdası, Defterdar, Darphane Nazırı, Tophane Nazırı, Yeniçeri Ağası ve Ocağın ileri gelenleri ile din adamları katıldı.
Konuşmalardan sonra vezirler, din adamları ve ocağın ileri gelenleri, Bektaşi ve yeniçerilerin katli vacip olduğuna karar verip senet imzaladılar. Buraya bir ekleme yapmak zorundayım:
"Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı-Efendi/2" kitabında yazdım; bizim tarihimizde bu büyük kıyımın sebebi olarak; askeri modernizasyona karşı çıkan yeniçeriler, şeriata aykırı olan tarikatlar gösteriliyor. Yanlıştır. Bu meselenin özünde, Hıristiyan (Rum-Ermeni)-Yahudi cemaati arasındaki Osmanlı pazarına kimin hákim olacağı (örneğin Osmanlı darphanesi yönetiminin kimde kalacağı) gibi iktisadi nedenler vardır.
Yahudilerin ittifak ettiği iki güç, yeniçeriler ve Bektaşilerdi; yani Türklerdi. Bu kıyımda, başta
Üzeyir Garih’in akrabaları olmak üzere Yahudiler de kayıplar verdi. Önde gelen Yahudi sarraflar idam edildi. Yani meseleye daha geniş açıdan bakmak gerekiyor.
KATLİAM BAŞLIYOR
Kıyım 15-16 Haziran 1826’da başladı.
Sultanahmet Camii çevresinde yoğunlaşan çatışmalarda 3 bin yeniçeri olay sırasında öldü. 78 bin yeniçeri Atmeydanı’ndaki kışlalara sıkıştırılıp önce top ateşiyle, sonra binalarıyla birlikte yakılarak yok edildi. Yakalanan yeniçeriler hemen idam edildi. Belgrad Ormanı’na kaçanlar ise ormanla birlikte yakıldı.
Osmanlı yönetimi, halk desteğini yanına almak için dini araç olarak kullandı. Yeniçerilerin Kuran-ı Kerim’i parçaladıkları yalanına başvurdu.
Bu arada
II. Mahmud, kurduğu yeni ordunun adını açıkladı:
"Asakir-i Mansure-i Muhammediye", yani Allah’ın izniyle muzaffer olacak
Muhammed’in ordusu!
Sanki yeniçeriler Allah’ın ordusu değildi!
Bu dinsel aldatmacalar sonucu doğmakta olan Türk (yeniçeri-Bektaşi) sermayesi etkisizleştirildi. Bunun yerini, yine vergisini ödemeyen ulema ve paşa gibi rantiye ayan sınıfı aldı. Ve bize okullarda, şekilci değişimler
"modernizasyon", "reform" diye yutturuldu. Eee tarihi kaynağınız
Ahmed Cevdet Paşa ve
"İngiliz tarih yazıcılığı" olursa bu yanılgı da kaçınılmaz olur!
MAL VARLIĞI NAKŞİLERE
Bektaşilik yasaklandı. Başta İstanbul ağası
Zade Baba, Kıncı Baba, Salah Baba olmak üzere Bektaşilerin önde gelen dedebabaları idam edildi. Çoğu tekke dedesi sürgüne yollandı. Bektaşi tekkeleri yağmalandı; mezar taşları bile kırıldı. Bektaşi tekkelerinin mal varlığı, Nakşibendi tarikatlarına nakledildi.
Hacı Bektaş’taki dergáhın başına bile Nakşibendi Şeyhi Kayserili
Mehmed Said Efendi getirildi. Bu Nakşibendi şeyhinin ilk yaptığı icraat da dergáha cami yaptırmak oldu!
Zamanla olaylar duruldu. Gözaltına alınanlar, sürgüne gönderilenler
"Sünni" olduklarını,
"Sünni" kalacaklarını söyleyerek kurtuldu.
Fakat dedebabalar, tekkelerinin başına dönemedi. Bazıları bulabildiği Nakşibendi şeyhinden icazet alıp, bunu
"icazetin meclis-i meşayihe" (şeyhler meclisine) onaylatarak tekkesinin başına geçebildi. Yani, káğıt üzerinde Nakşibendi oldu! "
Nakşibendi örtüsü" altına saklanmak zorunda kaldı.
Araştırmacı
Baki Öz’ün iddiasına göre kendisi de Bektaşi olan
Sultan Abdülaziz döneminde Bektaşiler rahat nefes almaya başladı. İttihat ve Terakki, Alevi-Bektaşi üzerindeki örtüyü biraz kaldırdı. Cumhuriyet’in laiklik politikası ise Bektaşilere özgürleşme yolunda en büyük adımı attırdı. Peki...
Sonra ne oldu da K.Maraş, Çorum, Gazi Mahallesi, Sivas Madımak gibi son 30 yılın büyük katliamlarının mağdurları hep Alevi-Bektaşiler oldu?
Tüm bunlara rağmen hálá Türkiye’nin birliği ve dirliği için uğraş veren Alevi ve Bektaşileri el üstünde tutmalıyız.
Zorunlu bir yanıtCAN Dündar, 13 Ocak’ta Milliyet’in Pazar ekinde,
"Kavganın Gerçek Tadı" başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Bu yazıya, 12 Eylül askeri darbesinin dışişleri bakanı, emekli büyükelçi
İlter Türkmen, Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinden 15 Ocak’ta yanıt verdi.
Türkmen, Can Dündar’ın yaptığı maddi hatalardan bahsederek konuyu,
Doğan Yurdakul ile birlikte kaleme aldığımız
"Bay Pipo" kitabına getirdi.
"Can Dündar’a gelince, anlaşılan
’Bay Pipo’ ve benzeri
’serbest atış’ yöntemiyle yazılmış kitaplardan hareketle, o kitaplardaki iddiaları da aşan ithamlarda bulunuyor. Örneğin, babam için ’Hakkında CIA’dan para aldığına dair söylentiler çıktı’ diyor. Hatırladığım kadarıyla sözünü ettiğim kitaplarda MİT’in o zamanki personelinin maaşlarını
yine gerçeğe aykırı olarak CIA’nın ödediği iddia ediliyordu, babamın şahsen para aldığı değil."
Bu yazı üzerine
Can Dündar, 17 Ocak’ta Milliyet’teki köşesinde özür yazısı kaleme aldı. Meslektaşımızın ilgili yazısındaki hatalar bizi ilgilendirmiyor. Ama...
Bir dönemin MAH/MİT Başkanı
Behçet Türkmen hakkında yazdıkları için de özür dilemesi şaşırtıcıydı.
Ne kolay özür dileniyor, anlamak zor!
Tarihi gerçeklerin üzerinin örtülmesine nasıl razı olunur böyle kolayca?
O halde...
Bilgilendirmek bize düşüyor.
Sayın
Türkmen’in deyimiyle, bakalım
"Bay Pipo"da nasıl
"serbest atış" yapmışız:
İŞTE BELGELER
İddianın sahibi Demokrat Parti döneminin Başbakanlık Müsteşarı
Ahmet Salih Korur. Yassıada’da 22 Aralık 1960 tarihli gizli celsede bakın neler diyor:
SANIK AHMET SALİH KORUR- Amerikalıların servis şefini çağırdım. Kati talimatı verdim, hiçbir memurumuzla temas etmeyeceksiniz ve para vermeyeceksiniz.
MAHKEME BAŞKAN- Amerikan Servisi’nin başında bulunan zatın günahı mı, yoksa Behçet Türkmen’in günahı mı?
SANIK AHMET SALİH KORUR- Behçet Türkmen’in günahı. Amerikalılar bu kadar işin içine nüfuz etmişti. Ve zaten (Behçet Türkmen’in-SY) servisten ayrılmasının başlıca sebebini bu hali teşkil etmekte olduğunu zannediyorum.
Yani
Behçet Türkmen "bu işler" nedeniyle görevinden alındı, Bağdat’a büyükelçi olarak gönderildi. Yerine ise Müsteşar
Korur vekálet etti. Yani, hem müsteşar hem de MAH Başkanı olarak
Korur bu ilişkilerin en yakın tanığı.
Bu arada CIA ile ilişkiler teşkilatı o kadar karıştırdı ki,
Türkmen’den sonra MAH Başkanlığı’na kimin atanacağına karar verilemedi. Örneğin,
Emin Çobanoğlu aynı yıl içinde gitti, geldi vs.
Devam edelim:
Diyelim ki bir tek Müsteşar
Korur’un tanıklığı iddiayı doğrulamaz.
O halde ikinci tanığı çağıralım; Başbakan
Adnan Menderes!Aynı tarihli gizli duruşmada bakın o ne diyor:
"Böyledir Beyefendi. Yavaş yavaş yardımı kestik. Bu yardımlar şöyle başlamış; servisler arasında irtibatlar tesis etmek, birbirine malumat vermek suretiyle müşterek çalışılıyor. Bunun bağlı olduğu külfeti karşılamak üzere yavaş yavaş irtibat tesis etmişler. MAH Başkanı Behçet Türkmen’in uygun gördüğü anlaşılıyor. CIA’dan doğrudan para almayı servisin başında bulunan Behçet Türkmen sağlamış."
Sayın
İlter Türkmen, hadi diyelim bunlara inanmıyorsunuz; o halde milletvekili adayı olduğunuz MHP’nin başbuğu
"Türkeş’in Anıları"na bir göz atınız; o tarihte CIA’nın Türkiye’de neler yaptığını okuyunuz.
Ve bakınız
Sayın Türkmen, sizi anlayabiliyorum; söz konusu olan babanız ve olaya bu nedenle duygusal yaklaşıyorsunuz. Sizin için
"kişisel" olan mesele bizim için değil. Bu gerçekler bizim tarihimiz. Yazmayı sürdüreceğiz. Sizin bilgi ve deneyimlerinizden de yararlanacağız.
Bu arada:
Yıllarca emek verilerek yazılmış
"Bay Pipo" hakkındaki;
"serbest atış" gibi bir argo deyimiyle
"süslediğiniz" ithamlarınızı kabul edemem.
Saygılarımla...