Hangi haber Humeyni’yi çok kızdırmıştı? Gazetenin boykot edilmesini isteyen Humeyni’nin yardımına kimler koştu? "Yılmayacağını" açıklayan gazete nasıl sindirilmek istendi? Okuyucular, gazetelerine nasıl sahip çıktı? Humeyni’nin şiddetli tepkisinin altında aslında ne vardı? Ayandegan’ın sonu ne oldu? Gazetenin sahibi Daryuş Homayun’un başına neler geldi?
AYANDEGAN, İran’ın en çok okunan gazetesiydi. Tirajı bir milyondu. Liberal-özgürlükçüydü. Köşe yazarları arasında, solcu, sağcı, liberal her görüşten kişi vardı.
Sahibi
Daryuş Homayun gazeteciydi. Doktorasına yaptıktan sonra basına girmiş ve sonunda kendi gazetesini çıkarmıştı. Liberaldi.
"Anayasacı Meşrutiyeti" savunuyordu.
Evet, Ayandegan, İran’ın en etkili ve popüler gazetesiydi.
Ve bir gün...
Kavganın nedeni: Le Monde
Tarih: 11 Mayıs 1979.
Ayetullah Humeyni, Ayandegan Gazetesi’nin yalan yazdığını söyleyerek, İranlıları gazeteyi boykot etmeye çağırdı.
Peki, Ayandegan Gazetesi ne yazmıştı da
Humeyni’yi kızdırmıştı?
İlginçtir;
Humeyni ile Ayandegan arasındaki mesele ülke dışındaki bir olaydan çıkmıştı!
2 Mayıs 1979’da -bugün hálá kimler tarafından öldürüldüğü bilinmeyen-
Ayetullah Mottahari’ye suikast yapıldı.
Bu cinayetle ilgili kapsamlı bir araştırma yapan Fransız Le Monde Gazetesi’nin haberini çevirip sayfalarına taşıyan Ayandegan,
Humeyni’yi çok kızdırdı.
Çünkü haber, üstü kapalı biçimde suikastı
Humeyni ile irtibatlandırıyordu.
Humeyni, Fransız Le Monde değil ama Ayandegan’a karşı öfke dolu bir konuşma yaptı.
Humeyni’nin öfke dolu konuşmasının sebebi bir değildi. Aslında
Mottahari suikastı bardağı taşırmıştı.
Ayandegan, yeni rejime karşı özgürlükçü kesimin taraftarlığını yapıyordu.
Yayınları Humeyni’yi kızdırdı
İran Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan bir yetkili, yandaş medya İttilat Gazetesi’nde, kız ve erkek çocukların birbirinden ayrı spor yapmaları gerektiğini, aksi takdirde yakında spor salonlarının yanına bir de doğumevi açmak gerektiğini yazdı!
Kuşkusuz bu yazıya bugün siz nasıl tebessümle yaklaşıyorsanız, o gün İranlıların çoğu da öyle yaklaştı.
Ayandegan bu görüşle alay eden bir makale yayınladı.
Aslında kimse tehlikenin farkında değildi henüz.
Herkes yeni rejime yaranma telaşındaydı.
Bu konuda komik bir örnek vermeliyim:
Tahran Kent Tiyatrosu’nun önünde
Henry Moore’nin yaptığı flüt çalan adam yontusu vardı.
İran, İslam Cumhuriyeti olunca yeni rejime yaranmak isteyen Berlin’de tiyatro bilimleri öğrenimi görmüş, yani okumuş tiyatro müdürü hemen heykelin pipisini kestirdi. İnanın şaka değil.
Fakat pipi kesilerek sorun giderilemedi. Çünkü bu kez heykelin dişi mi erkek mi olduğu kafaları karıştırdı!
Tiyatro müdürü heykeli giydirmek istedi.
Ama mollalar kesin çözümü buldu; heykel parçalanarak çöpe atıldı!
Bir süre sonra da yeni rejime yaranmak isteyen müdürün işine son verildi; tiyatrolara yasak getirildi!
Zamanla komik görünen olaylar dehşetli bir hal almaya başladı.
Ayandegan hepsini haber yapıyordu.
Kamusal alanda kadınlara başörtü zorunluluğu getiren yasaya Ayandegan karşı çıktı.
Peçesiz dolaştığı için saldırıya uğrayan kadınların çığlıklarını tek duyan gazete Ayandegan oldu.
İçki satan büfelere, fabrikalara yapılan saldırılar Ayandegan’da yer aldı.
Kızların evlenme yaşının 18’den 13’e düşürülmesine karşı çıkan yine Ayandegan’dı.
İranlı aydınların büyük çoğunluğu, molla rejiminin yaptıklarını hep,
"geçiş sancıları" olarak görüyordu. Her seferinde
"Tamam bu sonuncusu" diyorlardı.
Ancak bu tehlikeli gelişmeden haberdar olan gazeteci yazarlar da vardı.
Ayandegan Gazetesi köşe yazarı
Said Cevadi bunlardan biriydi.
Her gün yazıyordu:
"Faşizmin ayak seslerini duyuyorum!" Köşe yazarı
Cevadi’yi bir kişi duydu:
Ayetullah Humeyni.
’Yılmayacağız’ manşetiHumeyni, Ayandegan’ın
"baş belası" olacağını çoktandır anlamıştı.
İktidara daha tam hákim olamadığı için ilk başta gazeteyi kapatamayacağını biliyordu. Bu nedenle boykot çağrısı yapmıştı. Sanıyordu ki gazete ya geri adım atacak ya da satamayıp iflas ederek kapanacaktı.
Humeyni’nin beklediği olmadı.
Humeyni’nin boykot çağrısından bir gün sonra, Ayandegan dört sayfa çıktı.
İlk sayfada kısa bir açıklama vardı;
Mottahari suikastıyla ilgili haberler Fransa’da çıkmıştı. Onlar sadece çeviri yapmışlardı. Eğer İran devleti olarak tepki duyulacaksa Fransa’ya duyulmalıydı!
Bu açıklamadan sonra da eklediler:
"Yılmayacağız."Gazetenin diğer üç sayfası boştu, bembeyazdı.
Ayandegan mücadeleye kararlıydı.
Ama...
Bayiler gazeteyi satmaya korktular. Çünkü gazeteyi satan bayilerin dükkánları eli sopalı mollalar tarafından tahrip edilip, yakıldı!
Başörtüsüz kadınların yüzüne kezzap atan, sinema, kitabevi yakan, içkili yerleri yakan mollaların hedefinde bu kez gazete büfeleri vardı.
Büfeciler, Ayandegan’ı satmamaya başladılar.
Bu kez devreye gazetenin okuyucuları girdi; Ayandegan’ı elden sattılar.
Gazete tiraj kaybetmedi. Ancak...
’Bunlara tolerans yok’Ayetullah Humeyni’nin Ayandegan’a hiç tahammülü yoktu.
Gazeteyi çıkaranlara, satanlara, okuyanlara
"Vahşi hayvanlar" diyordu.
"Bunlara karşı hiç toleransımız olmayacak" diye halkı kışkırtan konuşmalar yapıyordu.
Boykot pek etkili olamayınca eli sopalı mollaların hedefinde bu kez gazete okuyucuları vardı.
Yaşamı boyunca Ayandegan görmemiş, okumamış yoksul varoşlar, gazeteyi kimin elinde görürse saldırıp öldüresiye dövüyordu. Ayandegan’ı taşımak, okumak artık riskli hale geldi.
Enformasyon Bakanı
Minaci’ye göre bu şiddet değildi; halkın içten gelen tepkisiydi.
Ve basına da öğüt veriyordu sürekli:
İslam Devrimi yolundan sapmayın! Halkı kışkırtmayın! Halkı kandırmayın!
Yıllarca Şah’a karşı mücadele vermiş, özgürlük hareketlerini savunmuş Ayandegan, yandaş medyada yapılan kışkırtıcı, yalan yayınlar sonucu bir anda,
"Amerikancı" ve
"Siyonist" oluverdi!
Kara propaganda başarılı oldu. İnsanlar korktular.
Sonuçta molla şiddeti ve
Humeyni kazandı.
Sahibi tutuklandıAyendegan,
"yeni rejimin basın özgürlüğü konusundaki tutumu açıklığa kavuşana kadar yayınına bir süreliğine ara verdiğini" açıkladı. Sonra bir iki kez çıkma teşebbüsünde bulundu.
Ancak...
Velayat-i Fıkıh tarafından 8 Ağustos 1979’da kesin olarak kapatıldı. Sahibi
Daryuş Homayun tutuklandı.
"Günah keçisi" ilan edildi. Sonra İran’dan kaçıp Türkiye üzerinden Paris’e gitti.
14 Eylül 2008...
Ayandegan, İran’da hálá yasak!
Ayandegan’ın başına gelenleri
"geçiş döneminin spontane olayları" diye düşünen İranlı aydınlar, bugün Paris kafelerinde gördükleri ihtiyar
Daryuş Homayun’dan af diliyorlar!
İslamcı medyaya örnek bir İran gazetesi: Camee
CAMEE (Toplum), 1998’de yayın hayatına başladı.
Kısa sürede İran’ın popüler gazetelerinden biri oldu; 300 binlik tirajı vardı.
16 sayfalık gazeteyi, Tahran’da evden bozma küçük bürolarında kadınlı erkekli 45 kişi hazırlıyordu.
Farklıydı. Farkı, kimsenin yazamadığı alışılmışın dışındaki haberlere yer vermesiydi. Örneğin, Hizbullah’ın yasadışı faaliyetlerini çekinmeden yazıyorlardı. Faili meçhul cinayetlerin üzerine gidiyorlardı. Yolsuzluklarla savaşıyorlardı. İran cezaevlerinde yatan siyasilerle röportaj yapıyorlardı.
Siyasi karikatürleri, kara mizahı korkusuzcaydı.
Yıllarca görmezlikten gelinen kültür-sanat haberlerine geniş yer veriyorlardı.
Okuyucu kitlesi, yıllarca tekdüze resmi haberlerden sıkılan reform yanlısı kişilerdi.
Gazetenin çember sakallı Genel Yayın Yönetmeni
Maşaallah Şemsülvaezin, yayın çizgilerini şöyle açıklıyordu:
"Biz demokratik diyaloğun seviyesini yükseltmeye ve hükümetin özgürlükler konusunda ne derece hoşgörü sahibi olduğunu sınamaya çalışıyoruz." Ardından ekliyordu:
"İran’da demokrasinin bir mayın tarlası olduğunu biliyoruz; kendimizi mayın arayıcılar olarak görüyoruz."Camee aslında İslamcı rejimi savunun bir gazeteydi.
Çalışanlarının çoğu İslam Devrimi’ni desteklemişti.
Bu siyasal görüşleri, iktidarın/rejimin yanlışlıklarını yazmalarına engel değildi.
Reform yanlısıydılar.
"Düşünce özgürlüğü olsun ki inanç özgürlüğü olsun" ilkesini benimsemişlerdi.
Kısa sürede başarıyı yakalayan Camee’nin yayın hayatı uzun olmadı.
Yayımlanmaya başladıktan dört ay sonra hakkında dava açıldı:
"Ahlaki düzene iftira ettiği ve gerçekdışı makaleler yazdığı" gerekçesiyle suçlu bulundu.
Rejim destekçilerinin
"düşman uçağına" benzettiği Camee bir ay sonra kapatıldı.
Haziran ayında kapatıldığında tirajı 2 milyona yaklaşmıştı.
Geri adım atmadılar. Aynı kadro yeni bir gazete çıkardı: Tus (İran).
Yeni gazete Tus’un mizanpajı da, yayın çizgisi de Camee’den farklı değildi.
Korkusuzdu.
Reformcu eski bakanlar
Ataullah Mohacerani ile
Abdullah Nuri’nin Tahran Üniversitesi’nde cuma namazı kılarken seksen kadar Hizbullah yanlısı tarafından dayak yemesini manşetine taşıdı.
Tus, iktidarın askeri gücü Hizbullah’ı bile hedef almaktan çekinmedi. Başyazında aynen şöyle yazdı:
"Bunu yapanların teröristlerden farkı yoktur. Bu konuda tepki göstermeyen ve susanlar, kendi kişisel çıkarlarına hizmet etmektedirler, devrim ideolojisine değil."
İran yargı mekanizmasının başındaki isim
Ayetullah Muhammed Yezdi, cuma vaazında Tus’a yanıt verdi:
"Günümüzde gazeteler ve dergiler özgürlük adına büyük hatalar yapmaktadırlar. Yasaklanan bir gazetenin yeniden yayımlanmaya başlanması özellikle kanun dışıdır. Ümit ederim ki birileri harekete geçmeden Kültür Bakanı harekete geçer."
Ağustos ayında Tus kapatıldı. Gerekçe benzerdi:
"Kamu düzenini bozacak yalanlar yazmıştı!"Mollalar artık akıllanmışlardı. Gazetenin başka isimle çıkmaması için Tus’un yayıncısı
Hamid Rıza Celayipur ile altı yönetici tutuklandı.
On yıl önce İslam devrimine büyük katkıları olmuş, içişleri ve dışişleri bakanlıkları yapmış olan yayıncı
Celayipur, 1998 yılı yazında ruh halini şöyle anlatıyordu:
"Dolu bir silah üzerime çevrilmiş gibi hissediyorum. Bilmediğim tek şey, tetiğe ne zaman dokunacakları."Hamid Celayipur bu sözleri ederken gözlerinden akan yaşları, birlikte çalıştığı gazeteci kız kardeşi
Fatime Celayipur’dan saklıyordu. Çünkü iki erkek kardeşi Irak Savaşı’nda şehit olmuştu. Üçüncüsü ise rejim muhalifi Mücahidin saldırısında ölmüştü. Şimdi ise kardeşlerinin uğruna öldüğü rejim silahı onun üzerine doğrultmuştu.
Celayipur Ailesi daha birkaç yıl öncesine kadar rejiminin sembolüydü.
Şimdi ise rejimi tehdit eden bir aileydiler!
Korku içindeydiler. Nasıl korkmasınlar? O yıl İran’da ardı ardına faili meçhul cinayetler işlenmeye başlandı. Öldürülenler hep reform yanlısı aydınlardı.
O karanlık günlerde Camee ve Tus kapatıldıktan sonra üçüncü gazetelerini çıkardılar: Neşat (Mutluluk).
Neşat özellikle rejimi eleştiren üniversite öğrencilerinin okuduğu bir gazete oldu.
Ve doğal olarak Eylül 1999’da kapatıldı. Genel Yayın Yönetmeni
Latif Safari hapse atıldı.
Suçu,
"İslam’ın kutsal buyruklarına ve yüce liderine hakaret" idi.
Bunu şu yazıyla yapmıştı:
"Asılarak ölüm cezası uygulanması ve intikam almaya yönelik cezalar, dünyadaki cinayetlere ve ahlaksızlığa çözüm getirmemiştir. Ve üstelik bunlar Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’yle bağdaşmıyor."Bu makaleye
Ayetullah Hamaney sert yanıt vermişti:
"İslam’ın temel ilkelerini inkár eden kafirdir ve cezası ölüm olmalıdır."Sonuçta:
Camee, Tus ve Neşat; üç gazete de kapatıldı.
Çoğu çalışanı, işkenceleriyle meşhur Evin Cezaevi’ne gönderildi.
Oysa bu gazeteciler, yazarlar İslam Devrimi’ne bağlıydılar.
Hepsi İslam Devrimi’ne inanmışlar, İslam Devrimi için mücadele etmişler, bu uğurda yakınlarını kaybetmişlerdi.
Hálá inançlıydılar.
Zamanla İslam devrimi kendi evlatlarını yemeye başlamıştı.
Bu evlatların tek farkı, rejimi eleştirmeleriydi.
Çünkü: Biliyorlardı ki eleştirinin, özgür basının olmadığı rejimler çökmeye mahkûmdu...