Paylaş
Şef Kemal Demirasal
Yoğun bir sezon ve müthiş bir canlı final sonrası Avustralya’ya dönmeden hem ‘ailemizin takımı’
Hull City’nin maçını izlemek hem de Londra’da gastronomik, kısa bir hafta sonu geçirmek için geçen hafta İngiltere’ye gittim.
Londra’da hafta sonu, hele de son dakikada iyi restoranlarda yer bulmak imkânsız. O yüzden Kiln, Bancone, Elliot’s gibi rezervasyon almayan; mutfağın ve barın tezgâhında oturduğumuz restoranları tercih ettik. Tabii bu restoranların içinde bize en yakını Sevgili Kemal Demirasal’ın The Counter’ı. Adı da kontuar, tezgâh demek olan bu restoran bu yazısının da konusu.
Kemal Demirasal, Türkiye’nin ilk fine dining; yöresel Anadolu mutfağı restoranlarından Alancha’nın kurucusu ve şefi. İlk olarak Alaçatı’da açılarak hem Türkiye’nin hem de dünyanın dikkatini çekmeye başlayan restoran, daha sonra İstanbul’a taşındı.
Yatırım ve işletme maliyetlerinin yüksekliği, Türk misafirlerin o dönemde bu tarz restoranlara farklı bakışı ve turizmde yaşanan krizler Alancha’nın ömrünün olması gerekenden çok daha kısa sürmesine sebep verdi. Tahminim Alancha, uluslararası değerlendirme organizasyonlarının ülkemize geldiği ve misafirlerin fine dining konseptine alıştığı bugünlerde var olsaydı şu anda çok farklı bir konumdaydı. Belki Alancha, zamanın ruhuna erken bir giriş yaparak istediği ‘momentum’u yakalayamadı ama Kemal’in ekibinde yetişen Murat Deniz Temel ve Kemal Can Yurttaş gibi yetenekli şeflerimiz o bayrağı hakkıyla taşıyarak bizi gururlandırıyorlar.
Tam o dönemde konuşmacı olarak gittiğim bir organizasyonda tanıştım Kemal’le. Bazı ruhlar daha önceki hayatlarından birbirine aşinaymışçasına kaynaşırlar. Bize de öyle oldu. O gece saatlerce gastronomi, hayat, ülkemiz üzerine derin derin sohbet ettik. Sonra ben Avustralya’ya dönerken
Kemal de Londra’ya yerleşti.
Cumartesi gecesi, onun Londra’nın en klas semtlerinden Nothing Hill’deki restoranına gittik. Tabii ki ve iyi ki sadece tezgâhta yer vardı. Ben çok seviyorum tezgâhta oturmayı. Sadece Londra’da değil, dünyada da yükselen trend; ‘counter dining’; yani tezgâhta yemek yemek. Biz bu kültüre ocakbaşından alışığız zaten. Peki, neden bu kadar popülerleşti tezgâh?
◊ Tek başına yemek, dünyada trend. İnsanlar artık daha çok kendi başlarına sokağa çıkıyor ve yemek yiyor. Tezgâhta yemek, solo takılanlar için çok ideal.
◊ Şef mutfakları... Şefler artık modern zamanların gladyatörleri (bazıları da soytarıları tabii). Pek çok misafir manzara ya da restoranın dekorunu seyretmek yerine, farklı ve aktif bir dinamiği olan mutfağı seyretmeyi tercih ediyor.
◊ Flört faktörü: İki arkadaş gittiğinizde yan masadakiler de çift değilse tanışma ve belki de flörtleşme şansınız var.
◊İlk randevu stresi: Tecrübeyle sabittir. Flört müsünüz, arkadaş mısınız, nesiniz bilmiyorsanız iyidir tezgâhta yemek. Buzu kırar, sürekli bakışmak yerine mutfağı, yemeği konuşursunuz. Daha tatlı, daha az streslidir.Kuzu çiğköfte
The Counter’da da tazgahtayız. Yaratıcı mezelerle başlıyor yemek. Beyaz çikolatalı babagannuş, menüde görsem asla söylemeyeceğim ama masaya gelince bayıldığım bir lezzet oldu. Kuzu çiğköfte de alışılmışın dışında ama eti fazla, bulguru az versiyonuyla bence çiğköfteden daha da lezzetli olan kibbe nayyeh’e selam çakar kalitedeydi.Kıyma kebabı
Hiçbir kebap satır değil
Satır kıyma satır değil ama olsun, çok lezzetliydi. Size bir sır vereyim mi? Türkiye’de, Adana’daki tablacılar ve çok küçük işletmeler hariç hiçbir kebap satır değil. Hele o şubeleşmiş zincirler hiç değil. Üstelik bakmayın milletin 6 aylık kuzunun güneş görmemiş sol döşünü kullanıyoruz martavallarına.
Çoğu tüm koyunun pirzola, küşleme, filetosunu alıp omuz ve bacağı şişlik; kalan tüm
etleri de kebaplık işler. Neyse, kebap mafyası tarafından vurulmadan önceki son yazımda (!) The Counter’ın Londra’daki favori Türk restoranlarım arasına girdiğini belirtmek isterim. Her zaman söylediğim gibi, Türk mutfağını tanıtmanın en önemli adımlarından biri, yurtdışında Kemal’in The Counter’ı gibi, çoğunlukla yabancı misafirlere hizmet veren işletmelere destek olmak ve onları hak ettikleri gibi yüceltmektir.
Paylaş