Paylaş
Geçen hafta gastronomi ve turizm konusunda iki önemli organizasyona katıldım. İlki, 12. Kalkınma Planı çalışmaları kapsamında, Cumhurbaşkanlığı Bütçe ve Strateji Başkanlığı’nın düzenlediği Turizm Özel İhtisas Komisyonu’ydu. Türkiye’nin gastronomi politikası ve bütçelendirilmesine katkı sağlamak üzere,
4 gün sürecek organizasyonun İstanbul ayağındaydım. Anatolity Sürdürülebilir Kültür ve Turizm Vakfı kurucusu Dr. Cem Kınay’ın başkanlığında, Gazi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü’nden profesör Dr. Muharrem Tuna moderatörlüğünde, ülkenin turizm politikasının strateji ve bütçesinin kapsamlı şekilde tartışıldığı çok verimli iki gün geçirdik.
Etkinlikte de belirttiğim gibi, Türk gastronomisinin gerekli destekleri alması ülkemizin turizm gelirlerine çok ciddi bir katkı sağlayacaktır. Tüm dünyada ortalama turizm gelirlerinin yüzde 30’unu gastronomi oluştururken ülkemizde bu oran yüzde 10 civarında. Bunun en önemli iki nedeni, kahvaltı-öğle-akşam yemeğinin de içinde olduğu, her şey dahil, ucuz tatil paketleri ve çok ziyaretçi alan bölgelerimizde özgün mutfağımızı öne çıkaran kaliteli restoranların sayısının az olması... İlk neden için çok ciddi bir yapılanma gerekiyor. Dünyada bizim kadar ‘her şey dahil paket tatili’ satan ülke yok. Bu sistem misafiri otel içinde tutarak şehrin veya bölgenin diğer değerlerinin tecrübe edilmesine engel oluyor.
İkinci sorunsa dediğim gibi, yöresel ürünlerle, şef ve ekibinin becerisini harmanlayan restoran sayısının çok kısıtlı olması. Örneğin, Türkiye’nin en önemli yaz turizmi destinasyonu Antalya’da, üst kalitede Türk lezzetleri sunan tek yer 7 Mehmet. Bu kadar turistin ziyaret ettiği bir bölgede en az 10 tane daha bu seviyede restoranın olması gerektiğini düşünüyorum.
NASIL GELİŞTİRİR, NASIL PAZARLARIZ?
Sevgili şef Mehmet Gürs’ün öncülüğünü yaptığı ve 2015-2016’ya kadar çok ciddi bir trend yakalayan Yeni Anadolu Mutfağı projesi, o yıldan beri terör eylemleri, darbe girişimi, pandemi gibi sebeplerden dolayı bir türlü tam anlamıyla hayata geçirilemedi. Bu mutfağın felsefesini ‘Geleneği öğren ve saygı duy, yeniliği kucakla ve inovasyona açık ol’ şeklinde özetleyebiliriz. Bu değerlere sahip çıkan yeni nesil şefler İstanbul’da gittikçe artıyor. Yapılması gerekense İstanbul dışı bölgelerde de bu şef ve restoran sayısının artması için teşvik edici projeler yapmak. Komisyonun daha ayrıntılı bütçe ve raporlardan bahsedilecek ikinci kısmına da ocak ayında katılıp çıkan sonuçları ve fikirlerimi yine sizlerle paylaşacağım.
Gelelim katıldığım ikinci etkinliğe yani Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın düzenlediği Türkiye Ulus Markalama Forumu’na... Şef dostlarım Mehmet Yalçınkaya ve Ömür Akkor’la birlikte, Pelin Çift’in moderatörlüğündeki panelde Türk mutfağının marka değeri üzerine konuştuk. Ömür Şef, engin gastronomi tarihi bilgisiyle, 10 bin yıldır tarım ve yemek yapılan bu topraklardaki gücümüzün ne kadar farkında olduğumuzu sordu, bunu pazarlama stratejisi olarak ne kadar ortaya koyabildiğimizi sorgulattı.
Mehmet Şef, büyük emek harcadığı ‘Esnaf’ belgeselinden de örnekler vererek esnaf mutfağı kültürünün turizm ve gastronomi değerini, önündeki engelleri paylaştı. Ben de hem komisyondan çıkan bazı analizleri hem de kendimce çözüm önerilerimi sundum. Bu çözüm önerileri arasında üçümüzün de hemfikir olup öncelik verilmesini düşündüğümüz konu, ülkemizde Kültür ve Turizm Bakanlığı adı altında bir ‘Gastronomi Bakan Yardımcılığı’ kurulması ve bu sistemde sektörün paydaşlarının liyakat bazında görevlendirilmesiydi.
Altı çizilmesi gereken bir diğer konu da gastronomi eğitimi elbette. Çok uzun bir konu olduğundan, gastronomi eğitimine dair fikirlerimi önümüzdeki yazılarımda ayrıntılı şekilde sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Bu güzel ülkemizin en önemli değerlerinden biri olan gastronominin, bir an önce hak ettiği yere gelmesi ve hepimizin bu uğurda gereken fedakârlıkları yapması en büyük dileğim çünkü...
Paylaş