Paylaş
Naim, Olimpiyatlar’da rekorları paramparça ederken, yüzde yüz aidiyet hissederek kendimizden geçiyorduk. Daha sonra Afrika’dan bazı atletleri Türkiye vatandaşı yaptık. Siyah tenli bu sporcuları her ne kadar sevmiş olsak da, o denli içselleştirememiştik. Hani, birilerinin “devşirme” demesine karşı çıksak da, tamamen haksız olmadıkları aşikardı. Son olarak bir Azeri kökenli atlet Ramil Guliyev, Türkiye adına 200 metre yarışında dünya şampiyonu oldu. Bu defa durum biraz daha karışık geldi hepimize.
Ramil, tamam Türk dilli bir ülkenin çocuğuydu ama evladı-ı fatihan değildi. Ama Afrikalı da değildi. Bu sebeple temkinli bir “bağıra basış” yaşadık.
Diyeceğimiz, galiba Balkanlar “içeriden ses”, Türki Cumhuriyetler “yan oda”, Afrika ise “yan daire” sesi gibi geliyor necip halkımıza...
TRAMVAY DOĞRU PROJE
Şu tramvay meselesinde kaldırılan toz bulutuna hayret ediyoruz. Sosyal medyada bir kısım insanlardan müthiş bir itiraz sesi yükseliyor. Efendim, çalışmalar nedeniyle trafik sıkışıklığını dert edenlerden, projenin gereksizliğine varıncaya kadar bir “anti tutum” hiç soluklanmadan ortalığı inletiyor. Yahu, her şeyi bir tarafa koyun, tramvaylar neticede toplu taşımacılığa hizmet eden, otobüs ve dolmuşların yarattığı sıkışıklığı azaltan bir fonksiyon icra ederler. Sadece bu bile projenin desteklenmesini gerektirmez mi?
İnsanlarımızın 4 milyon nüfuslu bir şehirde yaşadığımızın idrakinde olması lazım. Esasında dünyanın belli başlı metropollerinde kent merkezine özel araçlarla girebilmek belirli kıstaslara tabidir. Belki bir adım sonrasında bu konuda da düzenlemeler yapılması gerekecek. Yine, kent merkezinde oturanların evinin önünden dolmuşa, otobüse binme keyfi maalesef sürdürülebilir bir durum değildi. Bundan böyle metro ya da tramvay durağına, gerekirse 10-15 dakika yürümeyi içimize sindirmek durumundayız.
Bu arada belirtelim ki, Avrupa ve Amerika’da pek çok kentte tramvay taşımacılığı başarıyla uygulanan bir modeldir. Kısa bir müddet sonra proje tamamen hayata geçince, muhtemelen herkes benimseyecek ve mutlu olacaktır.
ALTAN KARDEŞLERİ UNUTMADIK
Bu memlekette de henüz kimse “uzlaşmadan” yana değil. Muhafazakarlar sıranın kendilerine geldiğini düşünüyorlar. Laikler ise, “gün gelir devran döner” hesabı içindeler. Tarafların eğilimi hep birbirlerini sindirmekten yana. Hani, diyebilirsiniz ki “laiklik batı tipi bir demokrasi için mutlaka ulaşılması gereken bir aşamadır. Bağlı olarak paylaşımcı ve katılımcı anlayışlara mesafesi daha azdır.”
Açık söyleyelim, bizim kanadın münevverleri açısından böylesi bir düşünce olgunluğu “koca bir yalan”dır. En demokrat bildiğimiz kimi kurcalarsanız, “az altından” müthiş bir tepki ve öfke, bir adım sonrasında da “zamanı gelince gününü gösterme” fikriyatı çıkıyor. Hani, şimdilerde karşı tarafın en şahin halleri yaşandığından, ihtiyaç duyulan deşarj için kolayından “demokrat” kimliğini koruyanlara veryansın ediliyor.
Bu memleketin en korunmasız, en “kum torbası” kitlesi, şu aşamada “demokratlar”. Özellikle de liberal demokratlar. Oysa liberal demokrat olmak iyi bir şeydir. Hatta sadece “liberal” diye sınırlamadan “sosyal” ya da “muhafazakâr” demokratları da aynı paranteze almak gerekir.
Dürüst ve samimi demokratlar şu gerçeğin bilincindedir. Hayat sürekli değişmektedir. Artık yağmur gibi gelen her ilave veri ile “doğru” bildiğimiz yeniden tanımlanmaktadır. Bu sebepten; sosyolojik, teknolojik, ekonomik, tarihsel, kültürel... Hemen her disipline dayanılarak oluşturulan kanaatler “esnek” olma durumundadır. Moda deyimle “omurgalı” olmak, değişimden kaçırılan paslı bir kapının kör bekçiliği konumuna düşmek değildir. Bu sebeple; evrensel demokratik değerleri ilke edinerek, angaje bir zihnin konforuna tenezzül etmeden, dik ve onurlu durabilmek, bugünün Türkiye’sinde mecburen demokratlara düşen bir rol oluyor. Demokrat “niyet okumaz”. Dürüst ve samimi olarak savunduğu fikirlerin sonuçlarından sorumlu tutulamaz. Bu sebepten gerçek demokratlar hep yalnızdır, hedef tahtasıdır, edepsiz hücumların kolay odağıdır.
Paylaş