Paylaş
Özellikle ekonomik konularda aşırı karamsar yorumlara boğulmuş durumdayız.
Bugünkü iktidara politik olarak karşı olanlar, olası bir krizin onları yıpratacağını düşünüyorlar.
O sebeple sanki bir “Pirus zaferi”ne razılar, yeter ki iktidar itibarını kaybetsin.
Oysa, böyle bir kriz yaşanırsa en fazla zararı ekonomik gücü büyük ölçüde elinde bulunduran “laik kesim” dediğimiz insanlar görecek.
Her neyse, bahse konu “temenni”nin sınırlı sayıda fanatiğin hastalıklı yaklaşımı olduğunu kabul ederek, “enseyi karartan” söylemlerin bir çözüm olmayacağını ifade edelim.
Tamam, aşırı borçlanmanın getirdiği bir sıkıntı içindeyiz.
Para bol ve ucuzken verimli yatırımlara dönüştüremedik.
Her kesim, iktidara yakın olmayan sanayiciler dahil, inşatta bir fırsat gördü.
Ülke; AVM, gökdelen, konut, ofis cennetine dönüştürüldü, otoyollar, altyapı yatırımları yapıldı.
Bu yatırımlar da şüphesiz ihtiyaçtır.
Ama devlet ve şirketler olarak yetersiz özkaynağımızla, üstelik nakit akım dengesi gözetmeden boyumuzu aşan yatırımlara sürüklendik.
Neticede şimdilerde iki problemle karşı karşıyayız.
Birincisi; mevcut borçları nasıl çevireceğimiz, ikincisi ise verimli, katma değerli üretim kalitesine nasıl evrileceğimiz?
Mevcut borçların çevrilmesinin kısa vadede tek bir ilacı var. O da “faiz”.
Ülke, netice itibariyle zengin. Kreditörler mal varlığı olan kişiye para vermekten çekinmezler. Yeter ki siz “faiz”den haber verin.
Bu ülke, hali hazırda 800-850 milyar dolar milli gelir yaratabiliyor. Kriz bu tutarı %10-15 aşağı çekse de kalan değeri diyelim 20 ile çarpsanız, teminat niteliği olan ve bu “akar”ı yaratan 15 trilyon dolarlık bir ekonomik servete ulaşırsınız.
Yani bu rakama, atıl değerler, ormanlar, kıyılar, keşfedilmemiş madenler dahil değil.
Yani sözün özü.
Bu varlığa herkes kredi verir.
Akıllı olsaydık düşük faizle borçlanırdık.
Maalesef ekonominin önceliklerini doğru saptayamadık ve borç kaynaklarını rasyonel kullanamadık.
Şimdi bunun ceremesini “yüksek faiz”le çekeceğiz.
Bir – iki nesil bu bedeli ödeyecek ve sıkıntı yaşanacak.
Ötesi, berisi, hepsi bu...
Yani batmadık, batmayız...
İkinci husus; katma değerli bir üretim modeline dönüşmemiz.
Dünya, teknolojinin olanakları ile ekonomilerini nerelere doğru yönlendiriyor, hep birlikte izliyoruz.
Ne yapılması gerektiği belli...
Öncelikle hukukun üstünlüğünü ve demokratik kaliteyi de yükselterek ekonomide yapısal değişimleri başlatmamız gerekiyor.
Kısa vadede acı ilaçlar içerek ve “doğru”ya kitlenerek bugünkü çukurdan çıkabilmeyi becermeliyiz.
Şu aşamada tekrar vurgularsak, herkesin, hepimizin morale ihtiyacı var.
Silkinip, kendimize güvenmeliyiz.
Bu yoksa, hiçbir şey yok ve olamaz.
-----
Kültürpark
UNUTTUĞUMUZ bir tartışma var... Kültürpark’tan söz ediyoruz. Hani İzmir Büyükşehir Belediyemiz’in projelendirdiği, ama İzmir’i herkesten fazla sevdiğini düşünen dostlarımızın karşı çıktığı, kentin en kıymetli yerindeki parkımızdan.
Selam verdiğim 5 bin insan adına rahatlıkla iddia edebilirim ki, son bir yılda acaba hangimiz Kültürpark’a kaç defa gitti veya hiç gitti mi?
Yanıtı belli...
Hemen içimizde, bağrımızda olan bu muhteşem park, bir biçimde hepimize mesafelendirilmiş, günlük seçeneklerimiz içinden süzülmüş ve kendi halinde izole edilmiş gibi duruyor.
Yaşayamadığımız bu güzelliğin sınırlı sayıda istifade edeni var.
Galiba büyük şehirin projesine en fazla itiraz da onlardan geliyor.
Her neyse, Büyükşehir Belediyesi’nin bu konuda kararlılığında umarız bir azalma yoktur.
Gönlümüz, Kültürpark’ımızın her yaştan gençlerin, tıpkı model almaya çalıştığımız şehirlerde olduğu gibi, cıvıl cıvıl, 24 saat yaşanan bir kültür ve keyif vahasına dönüşmesini istemektedir.
Paylaş