Paylaş
“Özgürlük” ve “Bağımsızlık.”
Aslına bakarsanız bu iki kavram birbirlerinden çok farklıdır. Herhangi bir konuda bir duruş sergilerken hangi kavrama yaslandığınıza göre çok değişik sonuçlar elde edersiniz.
Bugün Türkiye’de klasik sağ-sol ayrımlarını ortadan kaldıran ve kendince yeniden bir ayrımlaşmayı tarifliyen durum, bu iki kavramdan birini kaçınılmaz olarak eskitiyor.
Bağımsızlık kavramı esas itibariyle bir ‘değer’e vurgu yapar. Siz kendinize bir değeri yakıştırıp makulünüze yerleştirdiğinizde müthiş bir zihin konforuna kavuşturursunuz. Bir ‘değer’e sahip olmak, o değerin biçimlendirdiği tutum ve davranışlarınızı tartışmasız kılar. Şablonculuk, kolaycılığının yanında kapalılığı da getirdiğinden gelişimin önünü keser. Zaman içinde hayatın gerçeklerinden kopan, değerinizin size müsaade ettiği ölçüde dünyayı algılayan, kuyu dibinde gökyüzünü gözleyen kurbağa konumuna gelirsiniz.
Örneğin “tam bağımsız Türkiye” idealine sarılmışsanız dünyanın bugün itibariyle geldiği “karşılıklı bağımlılık” ilkesini reddeder, bağlı olarak uzlaşı kültürüne karşı çıkıp bir garip üçüncü dünya ülkesini savunur hale gelirsiniz ya da dünyanın en zavallı sirkine dönüştürülmüş Castro Küba’sına övgüler düzersiniz.
Diğer kavram ‘Özgürlük’tür. Özgürlük, kişiye giydirilmiş bir elbise değildir. Bu yönü itibariyle bir “değer” olmaktan ziyade “insan” odaklı bir talep, sürekli çabayı gerektiren bir kalitedir.
Özgürlüğü şiar edinenler insanlık tarihi boyunca muhafazakar kalıplar üreten kolaycı “değerlere” karşı mücadele vermiştir.
Özgürlük arayışı gerek materyal, gerek içsel yolculuklarda bir yerlere takılı kalmayı reddettiğinden gelişimin motoru olmuştur. Mevcudun daha fazlasına talep, beraberinde uzlaşı, paylaşım, esneklik, hoşgörü gibi kavramların güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Bu süreç oluşurken yaslandığınız güç, yaratıcı insan kimliğidir.
Nitekim bilgi toplumu evresine geçen ülkeler “birey odaklı” yeni bir dünyanın temsilcileri olmuşlardır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği serüvenini de bu bakış açısıyla değerlendirmek gerekir.
Hoş ve sonuçları itibariyle boş kavramları yüceltip “fakir ama onurlu” bir geleceği düşlemek bu ülke insanının iyiliğini istemek değildir.
Kendisi bizatihi kopkoyu bir değer olan “ümmet” anlayışından dönüşmüş bir cumhuriyetin demode bir bağımsızlık anlayışı ile “ulusçuluk” çukuruna yuvarlanmasının savunulması çok garip kaçmaktadır. Şüphesiz bu kendinizi bir ulus olarak ifade etme anlayışından vazgeçme değildir. Yaşadığımız çağ kendi realitesini insan topluluklarının mensubu oldukları devletler üzerinden anons etmekte, menfaatlerin kesim arayışı ulus ölçekleri üzerinden pazarlığa konu olmaktadır. Uluslararası toplumun ulus ölçeğinde saygın bir üyesi olma idealinden vazgeçtiğinizde geriye çağa uyumsuz, problemli insan topluluklarının yöneticisi olarak kalırsınız. Sonuç olarak yalın gerçeği ifade eden çıkış kabulümüz şudur; 21’inci yüzyıl, insan olmanın onur ve bilincini özgürce duyumsayan, yaşayan bireylerin olacaktır.
Paylaş