Paylaş
GEÇTİĞİMİZ hafta TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı aniden istifa ediverdi.
Yok efendim, kendi şirketi ile ilgili yayınlanan haberler TÜSİAD’ın kurumsal kimliğine zarar verirmiş, bu sebepten kendi başkanlığını feda ederek derneğin adını korumuş falan filan...
Bakınız, sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik kolay iş değildir. Hele tamamen gönüllülük esasında çalışan gerçek bir STK’da görev yapıyorsanız, bu işlere “şıpsevdi” bir anlayışla değil, derin bir ciddiyet ve kararlılıkla yaklaşmanız gerekir.
Öyle, “bunaldım, sıkıldım, yıpratıldım, işim gücüm zarar görecek”, gibi gerekçelerle sizin talip olduğunuz ve size tevcih edilmiş görevi, aniden kimseye danışmadan bıraktığınızda, esas zararı işte o zaman verirsiniz.
Tamam, hele bu devirde TÜSİAD başkanlığını yürütmek kolay değildir.
Burada TÜSİAD genel kuruluna Muharrem Yılmaz’ı önerenlerin de bir vebali var.
Bu işlerde iyice ölçüp tartmadan, bugünleri geçmişte görüp uyaranları nazara almadan hareket edilirse ortaya çıkan bu duruma şaşırmak gerekir.
Neticede; TÜSİAD Haluk Dinçer’le yola devam edecek. İkna ve izaha muhtaç bir kararla görevi bırakan Muharrem Yılmaz’a da geçmiş olsun.
Partiliysen militanlaşıyorsun
İKİ yakın arkadaşım 2011 genel seçimlerinde parlamentoya girdi.
İlki, öteden beri merkez sağ partilerde siyaset yapıyordu ama “kader” onu CHP’den milletvekili yaptı.
Diğeri, daha ziyade sosyal demokrat esintili liberal bir kişiydi.
Ancak o da AK Parti’den milletvekili oldu.
Bakın, herhangi bir partiden politikaya girdiğinizde, parti disiplini çerçevesinde parti yönetiminden bağımsız hareket etmiyor olmanız gerekir.
Ama şu anda, ülkemizde siyasi tansiyon hayli yüksekken, liderler tarafından amacı aşan köşeli söylemler kolaylıkla sarf edilirken, farklı siyasi kültürlerden gelmiş vekillerin daha bir zorlanacağını varsayıyorsunuz.
Ancak hayat genellikle öyle tecelli etmiyor.
Sözünü ettiğim iki parlamenter dostumla genel politikayı konuştuğumuzda son derece ikna olmuş, hatta “içselleştirilmiş” şekilleriyle partileriyle mutabık olduklarını gözlüyorum.
Şüphesiz, bu insanlar samimi, donanımlı, sosyal sorumluluk duyguları yoğun ve bu sebeplerle politikacı olmuş kişiler.
Yani, kötü anlamıyla “dönek” falan değiller.
Ama, oturduğu balkonun konumu giderek kendi doğrusu konusunda onları biçimliyor ve ironik bir şekilde “kamplaştıklarının” farkında bile olmuyorlar.
Kamplaşmak yada kutuplaşmak makul olandan uzaklaşmak, sağduyuya mesafelemek demektir.
Hani mahallenin yerlileri için bir ölçüde anlaşılır olan bu tutum, yeni sakinler için o kadar kolay olmamalı.
Böylesi örnekleri görünce, galiba aktif siyasete mesafeli kalmak zihinlerin özgürlüğü açısından daha iyi bir tercih gibi gözüküyor.
İzmir eksildi
ARKA arkaya iki acı kayıp yaşadı kentimiz.
Seli Kibar ve Piero Corsini vefat etti.
Hani bir tanım gerekse “Bay İzmir”di bu beyefendiler.
Bay İzmir, Müslüman bir coğrafyanın batıya açılan penceresinde, çok kültürlü bir gelenekle beslenerek bir dünya vatandaşı olabilme halidir, kimliğidir.
Sanki, böylesi özel insanların sayısı giderek azalıyor.
Sanki, böylesi insanları yaşarken hiç ölmeyecekler zannediyoruz, yokluklarını aklımıza getirmiyoruz.
Derken, aniden bir haber alıyorsunuz, onlar ebediyete intikal etmişler, kaybeden siz oluyorsunuz, İzmir oluyor, eksikleniyorsunuz.
Işıklar içinde yatsınlar.
Paylaş