Tesettürlü torunlar

BU referandum sıradan bir oylama değildi.

Haberin Devamı

Belki de 150 yıllık “batılılaşma” macerasının en kritik üç-beş tarihinden biriydi.

Dışa açılma, zenginleşme, dünyaya entegre olma, demokrasiyi yaygınlaştırma derken, Özal hatta Menderes’le başlayan süreç, neticede tüm bu beklentileri ikinci plana alan bir başka türlü “otoriterleşmeye” dönüştü.
ABD, başlangıçta “çok sesli” bir Türkiye’yi desteklemişti.
Ancak 1 Mart tezkeresinde yaşadığı sorunlar, hayati meselelerinde tek muhatap arayışına yönlendirdi onları.
Bugün 16 Nisan Türkiye’sinden en fazla ABD mutludur.
Avrupa, hiç şüphesiz demokratik bir Türkiye’yi çok daha tehlikesiz bulur ve desteklerdi.
Ama bu “sevgi” bizi AB üyesi yapacak boyutta değildi.
16 Nisan onların bu “kabus”unu da önledi.
İçerideki muhafazakarlar zaten 95 yıldır sabırla Cumhuriyet rejimine tahammül ediyorlardı.
Kin, nefret söylemleri o cephede 1500 yıldır fazla bir şey değişmediğini bizlere hissettiriyordu.
Beri yandan, dünyada (Trump, Brexit, Le’pen) 300 yıllık “burjuva ahlakı” bir çöküş yaşıyor, “İnsanlık idealleri” fazla ilgi çekmez hale geliyordu.
Yani, Türkiye’de rejimin değişmesi laikler dışında hiç kimseyi üzmüyor.
Referandumda “evet” çıkması, özellikle “ulusalcı” ve eski solcu “yurtsever” insanlarımız da bir “mücadele ruhu” ateşlemiş gözüküyor.
Bu insanların işleri zor.
Otoriterleşen ülkelerde iktidarın değişim parametresi “sandık” değildir.
Asker, polis, bütçe, para, yasama, yargı, savcı, hakim, medya...
Bunlar üzerinde kim etkiliyse iktidar onlardadır.
Dolayısıyla cılız birkaç nümayiş dışında fazlası mümkün durmuyor.
Daha ötesi, ciddi “bedel”i göze almayı gerektirir ki, bu kesimin sosyolojik realitesi pek uygun değildir.
Bu arada, 100 yıl öncesine benzer bir “Kışla” atağının objektif bir koşulu da artık bulunmamaktadır.
Neticede yeni ve uzun bir dönem başlamış gözüküyor.
Büyük bir heyecanla oluşturulmaya çalışılmış milli kimliğimiz, anlaşılan yeniden inşa edilecek.
Karadeniz Bölgesi’nin taze Müslümanları ya da Adapazarı’nın Çerkezleri gibi iki-üç kuşak sonra araziye en uyumlu kimliklerin İzmir’den çıkması hiç kimseyi şaşırtmasın.

-----

Enseler karardı

Haberin Devamı

DİYEBİLİRSİNİZ ki, %51 ile çok şeyi değiştirmek mümkün değildir.
Maalesef bu böyle olmuyor. “Evet”i savunanlar hukuki meşruiyeti elde etmişlerdir.
Bundan böyle çok farklı bir Türkiye’de yaşayacağız.
Cumhuriyetin yüzü Batı medeniyetine yönelikti.
Şimdi bir çalım Ortadoğu, bir çalım Türki Devletler, yanı sıra İslami bir yapı ile harmanlanmış bir modeldir bizleri bekleyen.
Huntington’un o uğursuz medeniyetler çatışması tezinde sanki üzerimize düşeni yerine getirdik.
Demokrasi hayalimizin kalesine giren bu top, hiç zannetmiyoruz ki, on yıllar boyu çıkartılabilsin.
Bir toplumu istikrarlı ve güvenli hale getiren “hukuk”, böylesi modellerde kan kaybeder, yerini keyifliğe, iltimasa, herkese göre tanımı değişen “muğlak” adalet kavramına terk eder.
Tarifsiz bir rejim “güçlü”nün etrafında şekillenir ve her otoriter devlet de görülen sürpriz gelişmelere gebe bir düzen oluşur.
Toplumun yarısını bu denli karamsarlığa iten kara bulutları dağıtmak iktidarın ve Cumhurbaşkanının sorumluluğundadır.
Ancak, daha ilk konuşmada “Atı alan Üsküdar’ı geçti” deniyorsa, idam cezası için referandumdan söz ediliyorsa, maalesef kendimizi kandırmamız için pek fazla sebebimiz kalmıyor.
Çetin Altan, acaba bu tabloya rağmen hala “enseyi karartmayın” der miydi?
Muhtemelen umut aşılar ve Friedrich Schiller’in bir sözünü hatırlatırdı...
“Hiçbir şeye cesaret edemeyen, hiçbir şeye ümit beslemesin.”

Yazarın Tüm Yazıları