Suriye deyince aklımız karışık

Haberin Devamı

Hükümetin Suriye politikasını tam kavrayamıyoruz.
Aylardır uzmanların görüşlerini okumaya, televizyonlarda izlemeye çalışıyoruz.
Bir türlü zihnimiz netleşemiyor.
Yorumcuların büyük çoğunluğuna göre, “Esad ve Baas yönetimi çok kötü, halkına zulmediyor, demokrasi yok, baskıcı... vs.”
Bu duruma karşı çıkanlar, ‘Özgür Suriye Ordusu’nun da sütten çıkmış ak kaşık olmadığını söylüyor.
Uluslararası toplum zaten kendi içinde homojen değil.
ABD ve İsrail, Türkiye ile aynı paralelde. Buna mukabil Rusya Federasyonu, İran ve Çin, Esad rejimine destek verir görüntü veriyor.
AB ülkeleri pek suya sabuna dokunmuyor.
ABD, Rusya ile dengelerini gözeterek Baas rejimine yönelik daha sabırlı bir süreci tercih etmiş izlenimi veriyor.
Bu yönü itibariyle, daha radikal olunmasını isteyen hükümetimize ise ABD gezisi esnasında “itidal ayarı” yapıldığını anlamış bulunuyoruz.
Baas yönetimi, en fazla Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan açık şikayetçi konumunda.
Özgür Suriye Ordusu’nun terkibinde “El Kaide” bile yer alıyor. Bölgedeki çatışma giderek,etnik ayrışma ve Sünni-Şii çekişmesine dönüyor gibi.
Hükümetimizin mezhepsel parametrelerle de hareket ettiği eleştirileri, giderek daha sık dillendiriliyor.
Beri yandan Suriye ile 900 kilometrelik bir sınırımız olduğu malum.
Pek çok sınır kentimiz, Suriye ile gerginlikten ekonomik manada da çok negatif etkilenmiş durumda.
Oralar da yaşayan insanlar, örneğin Hatay’ın Şii nüfusu, bu meseleye nasıl bakıyor, açıkça medyadan fazla izlenim edinemiyorsunuz.
Hükümet, keskin tutumunu tüm ülkeye milli bir politika gibi algılatıyor ve hepimiz “Zalim Esad” söylemine, itirazsız kalıyoruz.
CHP bir şeyler söylemeye çalışıyor. Ancak onların, artık klasikleşmiş dağınık halleri sebebiyle, karşı yaklaşımları gereken saygı ve ağırlığı taşımıyor.
Galiba Sayın Başbakan’ın bu konuyla ilgili tüm ülkeye kapsamlı ve uzun bir izahat vecibesi var.
PKK, “şükür bitti” derken, Reyhanlı ile yeni bir süreç mi başlıyor, endişesi yaşamak istemiyoruz.
Yapılan anketler halkın, “Suriye ile neden bu kadar ilgiliyiz” sorusuna cevap bulamadığını açıkça gösteriyor.
Tekrarlıyorum, hükümetimizin makul yoğunluğu ikna etme gereği açık bir ihtiyaca dönüşmüş durumda. Vergi mükellefimizin cebinden çıkan ve 1 milyar doları aştığı açıklanan kriz bütçesinin, insani gerekçelerinin yanında ayrıca ne gibi bir “stratejik vizyona” hizmet ettiğinin kamuoyunca bilinmesi zamanı gelmiş ve geçmektedir.
 

Haberin Devamı

Züğürt tesellisi

Haberin Devamı

“Hey adamım, lanet olsun, gerçek şu ki, seni Tanrı korusun” gibi “incilerle” “dublaj Türkçemiz” bayağı dilimize yerleşmeye başladı.
Hele bir de gençlerden, “atarlanmak, iman yapmak, gecelere akmak…” gibi yeni lafları öğrendikçe,
Kendimi çağı yakalamış gibi hissediyor, için için onurlanıyorum (!)
Bakın, çok kişi Türk Dil Kurumu’nun 70’li yıllardaki “özleşme” adı altındaki uydurukçuluğuna mesafeli kalmıştır.
Yaşayan dilin dinamik bir kavram olduğunu, zaman içerisinde Arapça ve Farsça’dan dilimize dahil olan kelimelerin, bize ait bir sentez oluşturduğu savunulmuştur.
Prensip bu olunca, Fransızca ve İngilizce başta olmak üzere özellikle teknolojik kavramların bu dillerden esintiyle Türkçemize dahil olmasını gerçekçi bir çaresizlikle kabulleniyoruz.
Gel zaman, git zaman, bugün görülüyor ki biz belki sadece “Türkçe gramer” esaslarında konuşan, cümleler kuran ama onun ötesinde Türkçe kökenli kelimeleri giderek daha az kullanan bir millet olduk. Hani “dilde ırkçılık” yapmıyoruz ama bu işte bir “enayilik” olduğu da açık.
Geçenlerde bir poliklinikte bilgilendirme levhasını okurken, 100 kelime içerisinde Türkçe kökenli olanların sayısı herhalde 10-15’i geçmiyordu.
Kürtlere resmi dilde eğitim ısrarı yaparken, “hangi Türkçe” sorusu karşısında mahcup olma ihtimali, giderek “ironi” olmaktan çıkıyor.

Haberin Devamı


Swobodo bile isyan etti

Sayın Kılıçdaroğlu, yeni anayasamızda, “Türk” kavramı, “Türk Milleti” kavramı ve “Kemalizm” vurgusunun mutlaka yer alacağını ifade ediyor.
Hani bizler için bir sakınca yok.
Neticede, Türk’üz, batıda yaşıyoruz, pek muhafazakar sayılmayız...
Buralardan bakınca “Türk” kavramının aslında bir etnisiteye vurgu yapmadığına, kültürel bir içerik taşıdığına hemen ikna oluyoruz
Ama, “Bu ülke bizlerden ibaret midir, ‘başkaları’ bize makul gelenleri kolayından kabullenir mi” soruları sanki boşlukta kalıyor.
Bakın Türk kavramının bir etnisik kimlik vurgusu olmadığı savunulduğunda, birileri de kalkıp, yine bir alt kimlik olan “sünni” kavramının bir mezhep olmadığını, aslında tüm dinleri kapsayan, bütünleştirici bir içerik taşıdığını, uzun uzun gerekçelerle anlatabilir.
Hani böylesi bir yaklaşıma bir Alevi’nin, Süryani’nin ya da Yahudi’nin ikna olmasını beklemek mümkün müdür?
Bu realitelere duyarsız kalarak, çoğunlukçu bir tutumla “bu böyle olacak” deyip, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kırmızı çizgilerine uyumlu bir anayasa yapabilirsiniz.
Ama bu durum 76 milyonun tamamını mutlu etmeyecektir.
Bakınız bu ülke insanlarının, daha açık söyleyelim Kürtlerin, Atatürk’le, millet kavramıyla, “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” tanımıyla, hatta çok iyi ve dikkatli tariflenirse, belki “Türk Milleti” kavramıyla bir problemi olacağını zannetmiyorum.
Ama, sadece “Türk” kavramını tekil olarak kullanarak, başka kimlikleri yok varsayan bir anayasa metninin uzlaşma hedeflediğini söylemek gerçekçi değildir.
Eski defterleri açmak hepimize yorucu geliyor.
Neticede, Kürtler Lozan azınlığı değil, 1921 Anayasası ortada, 2013 itibariyle fiili bir durum var, silahlar beklentilerle sustu, tüm ülkenin artık “önümüze bakmaya” ihtiyaç ve özlemi var...
Tüm bunlar apaçık gerçeklerimiz iken, MHP’ye sözümüz yok ama, sosyal demokrat bir partiye bu denli katı duruş bir türlü oturmuyor. Bu tutum, bizlerden geçtik, Avrupa Birliği Sosyalist Grup Başkanı Swobodo’yu bile, Erdoğan-Esad benzetmesi bahane, isyan noktasına getirmiştir.

Yazarın Tüm Yazıları