Paylaş
O bizim Salim ağabeyimizdi. Enine boyuna bir delikanlıydı. Ancak nahifliği de aşan bir hoşluğu olduğunu sezinlerdik. Derken bir gün, “ameliyat oldum” dedi. “Bakın bundan böyle benim adım Sofia’dır.” Ankara batakhanelerinde şarkı söylerdi. Aşık olduğu birisi vardı. “Füze Selami.” Galiba futbolcuymuş. Kendini gizlemeden ortaya koyduğu yeni yaşamı ve sevgilisi ile çok mutlu gözüküyordu.
Bildiğince cinselliğini erken yaşta yaşamaya başlamışlar gibi, içinden hep neşe kaynardı. Eşcinsellerin kıpır kıpır hallerinin bir sebebi de bu olsa gerek. Sonraları bu sürecin hazin geliştiğine tanık olduk. Önce Selami onu terk etti, arkadan uyuşturucu geldi, iş kaybedildi.
Derken bir gece bulunduğu daireden patırtı, kütürdüler duyduk. Ne oluyor diye baktığımızda sonradan meslekten atıldığını bildiğimiz bazı işgüzar resmi görevlilerin tacizine uğradığını gördük. Gördüğümüz manzara, gözünden yaşlar akarak adamların pestilini çıkardığıydı. Neticede o Sofia diye bilinse de kapı gibi bir Salim’di. Unutturmadıkları geçmiş kimliğinden patlayan güç, ezilmişliğine isyana dönüşmüş, birikmiş intikamını alıyordu adeta. Bir süre sonra sakinleşti.
Tüm suçu tabiatının onu yönlendirdiği doğrultuda tavır alıp benzerlerinin gizli yaşadıklarını yüreklice hayatına geçirmesiydi. Sonraları... intihar ettiğini duyduk.
Bu öykü aşağıda yazdığımızın ilham kaynağıdır. Tarihi filmlerden hatırlayın, cüzzamlıları tecrit adalarında yaşatırlardı. Gerekçeler hep ikna edici olur. “Hastalık yayılmasın, karantina düzeni oluşsun”. Baktığınız yerden, cüzzamlılar “onlar”dır. Oysa bir de o noktadan bakışlar vardır, bize ve insanlığa. Yaşam dayattığı mücadelesinde bizleri hoyratlaştırıyor. İnsani değerlerimize baskı yapan tüm sorunları yok farz etmek, “taç”a atmak kolaycılığına kaçıyoruz. Bu tutumumuz somut sorunları bırakın çözümlemeyi, giderek kronikleştiriyor. Sonuçlara duyarsızlık sebepleri tetikliyor.
Bu durumların bir örneği de kentimizde yaşayan travestiler.
Doğuştan ya da sonradan olma, bu insanlar toplumsal bir gerçekliğimiz. Medeni Kanunumuzun tanıdığı haklardan, sağ doğmak şartıyla ana rahmine düştüğümüz andan itibaren istifade ederiz. Miras hakkı gibi detayları dahi güvenceye bağlayan bu normlar kaynağını toplum vicdanında oluşan adalet duygusundan alır.
Hemen her konuda bireye saygı ve sevecen tutumu esas alan toplumsal gelişim dinamiği Türkiye gibi ülkelerde salt cinsel yapısı farklı diye herkes gibi insan olan bu kişileri dışlıyor, kaderleri ile başbaşa bırakıyor.
Travestileri toplumu kirleten hastalıklı kişiler olarak görmek, iş vermemek, aş esirgemek, sınırlı seviyede bile iletişimi reddetmek ve giderek yok varsaymak, tolere edilebilir bir olguyu çözümsüz sorunlara dönüştürüyor.
Ortalama “normal” insan kendi gerçekliklerine dair isterlerini “idareyi maslahat” eylerken, bu insanlar en azından cinsel kimliklerini açıkca ortaya koyabilmişlerdir. Bu yönleriyle kurnaz pısırıklardan çok daha saygınlardır bizim gözümüzde. Farklılığı yadırgamak anlaşılır bir şeydir. Ancak bu bir nefret histerisine dönüşür ve bu insanları açlığa mahkum etme noktasına gelirse o kırılgan psikolojinin saldırgan bir fotoğraf vermesi meşru müdafaa olarak algılanmalıdır.
Kolay değildir insan gibi insan olmak. Milliyetçi, muhafazakar yapımızı koruyarak Avrupa Birliği’ne gireceğiz nutuklarının bu insanlara bakış açımızın değişmesi zorunluluğu ile alakası yoktur. Avrupa ve Doğu ruhunu yaratan ortak payda, evvel emirde bireye katıksız saygı, sevgi ve anlayıştan geçer.
Paylaş