Paylaş
Bu neviden yapılara “camia şirket” demek uygun düşer. Bu şirketlerin yarım asırı geçen geçmişleri vardır. DYO, Turyağ, Metaş, Çimentaş, Petkim, Pınar, Arkas, Batıçim ilk anda aklımıza gelenler.
Yukarıda saydıklarımızın bir kısmı kapandı. Ancak geride kalanlar sahip değiştirmiş bile olsalar, iliklerine sinmiş “fenafillah” geleneğinin gönüllü yürütücülüğünden vazgeçemiyorlar. Kent’e dair, eğitim, kültür, sanat, spor etkinliklerine katkı bu kuruluşların vecibesi addediliyor, işin hoş tarafı “keyifli bir kabulle” sahipleniyorlar.
Örneğin Çimentaş... Çimentaş Milli Eğitim Bakanlığı’na yaptığı doğrudan bağışların yanı sıra Çimentaş Eğitim ve Sağlık Vakfı aracılığı ile, mevcut İtalyan ortaklar, Akgerman ve Gürel aileleriyle birlikte müthiş bir hizmet sinerjisi yaratıyorlar. Esasına bakarsanız geçmişten bugüne emeklileri, ikinci-üçüncü kuşak çalışanları, eski-yeni hissedarları, bayileri, müşterileri ile bu neviden yapıların kendileri bizatihi “Vakıf” niteliğine yaklaşıyorlar.
Ticaret ve Sanayi Odalarına buradan bir öneri.
Böylesi simge şirketlere, tıpkı asırlık çınarlara yaptığımız gibi acaba özel bir onurlandırma yapabilir miyiz?
KADERİMİZ ORTAK
Ortada bir elle tutulur “etnisite” varsa, devlet kurmaya çalışanlar başka bir gerekçe aramazlar.
Tamam 21. yüzyılda etnisiteyi ön plana çıkartarak bir siyasi mücadele yürütmek demokratik ilkeler açısından ilkel ve ayıp addedilebilinir.
Ancak milyonlarca insana “Kürt” deniyorsa, bir biçimde ayrı bir devlet kurmaları konusunda tarihsel bir fırsat yakalamışlarsa, dünyanın süper güçlerinin desteğini arkalarına almışlarsa, artık belli olmuştur ki, sınırımızın güneyinde Irak ve Suriye Kürtleri bağımsız bir yapıya doğru önlenemez bir hızla gitmektedir.
İşte bu noktada, bizim sınırlarımız içinde yaşayan Kürtleri bu “heyecanlı oluşumdan” nasıl uzak tutabiliriz? Devletimizi yönetenlerin aradığı, cevabını bulmaya çalıştığı soru budur.
HDP, “biz Kürt’üz, o sebepten özerk yapımız olmalı” demedi, demiyordu. Zira, demokrasi talebini kimlik farklılığı üzerine oturtmak medeni çözüm yollarını dinamitlemekle eş anlamlıydı. O sebepten hep birlikte “eşit vatandaşlık” söylemi ön plana çıkartıldı. İmralı da dahil olmak üzere aynı devlet çatısı altında, yerinden yönetimin kurumsallaştığı demokratik model önerisini sahipleniyorlar(dı).
Ama, ne Kandil ne de sınır ötesi Kürtleri, öyle anlaşılıyor ki artık bu noktada değiller.
Dolayısıyla gidişatın bölünmeye gittiğini gören Türkiye tüm “korunmacı” refleksleri ile katı bir politikaya artan ölçüde kilitlenmeye başladı.
Anlaşılan odur ki, öylesine bir güven kaybı yaşanıyor ki, “demokratikleşme” “özgürlükçü anayasa” gibi barışçı çözümlerin konuşulması başka baharlara kaldı.
Hani diyeceksiniz, işler bu noktaya gelmeden mesafe alınsaydı, Kürtler’in demokratik talepleri karşılansaydı, belki de güney sınırımızdaki olası Kürt Devleti ile toprak bütünlüğümüze zarar vermeden, hatta onlarla konfederatif bir yapıda, birbiri ile dayanışan bir coğrafya ortaya çıkabilirdi.
BİZ AYRILAMAYIZ
Kürtler bu ülkenin her yerinde. İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da. Milyonlarca her etnik kökenden ortak aile var. Tüm ortak yaşam alanlarında çok ağırlıklı olarak Türkçe konuşuluyor.
Diğer hiçbir etnik grup Türklük paydasına açıktan bir itiraz içinde değil. Herkes, biraz kendini gizliyor, biraz içten içe eridiğini, karıştığını hissediyor, ihtimal üzülüyor, ama hayat başka türlüsüne çok da fazla imkan vermiyor.
Çok şükür ki, geçen 70-80 yıla göre farklı kültürlerimizin korunması gerektiğine dair çok daha duyarlıyız, yeni nesiller unutulanların, kaybolanların peşinden daha bir bilinçle gitmeye çalışıyor, Çerkezler, Boşnaklar, Tatarlar... Daha bir kendilerini yakalamak, paylaşmak istiyorlar. Mesela, Rodos mübadil torunlarının anneannelerin Rumcasını öğrenmeye hevesleneceklerini biliyoruz.
Kürtler de bu kaderden soyut değil.
Tamam onlar şimdiki topraklara dışarıdan kabul edilen “göçmenler” gibi değillerdi. O yüzden daha bir ağır geldi onlara ulus devletin ideolojik biçimlemeleri. Ama o sayede Ortadoğu bataklığından bambaşka bir filiz yeşertti Cumhuriyet. Tamam demokrasiyi es geçti, tamam zulümler yaşattı. Ama medeni dünyaya entegre olabilecek bir altyapı oluşturuldu bu maliyetlere katlanılarak.
Son 15-20 yılın iktidarları böylesi bir pozitife yönlendirilecek mirası doğru yönetemediler. Onlar işi uzattı. Kendilerini Cumhuriyet’in bekçisi zanneden bir diğerleri evrensel demokrasiye karşı durdu, iyi niyetli gözükenler kalbini bozdu, tedirginlik, endişe tohumları çoğaldı, bir çuval incir ziyan edildi.
Şimdi pek çoğumuzun bu ülkeye inancı azalmış durumda.
Ama bu ülkenin insanları akıllıdır.
Hani “karışımı” ayırırsınız da “ergimiş”i nasıl ayıracaksınız.
O yüzden “aptal” bir geçiş sancısıdır yaşanan.
Bu böyledir. Başka türlüsünün mümkünü yoktur.
Paylaş