Paylaş
Her şeyi ile bir Anadolu insanı olan bu özel ve aykırı adam, bu aralar yine Türkçe etimolojik sözlüğü çalışmasına konsantre olmuş.
Kendisini sosyal medya üzerinden takip ediyoruz.
Yine savunduğunu provokatif bir tarzda ifade ediyor.
Her daim, dik, huysuz, korkusuz ama hep lezzetli bir mizaç.
Sürekli resmi ideolojiye kafa attığından, “müesses nizam” tarafından hiç sevilmedi.
Sevan Nişanyan, kalıplara yaslanan, hamasetten prim yapmaya çalışan insanlara karşı, onların sinir uçlarına basmaktan daima hınzır bir haz almıştır.
Batı karşıtlığının pompalandığı bu günlerde, kendince “o kadar da uzun boylu değil” diyerek, “emperyalizme uşaklık dediğin, dünyada beş on tane kalmış medeni ülkelerle, dost ve müttefik olmak sanırım. Memlekette kaç çeşit yobaz varsa hepsi karşı olduklarına göre iyi bir şey olmalı” şeklinde bir yaklaşımını paylaştı sosyal medyada...
Hani karşısına almadığı bir solcular kalmıştı.
Sanki, öngörülemez ve çılgın olmanın, ona her konuda dokunulmazlık katkısı sağlayacağını hesaplayan çok zeki bir adam var karşımızda.
Kim ne derse desin.
Biz Nişanyan’ı önemsiyoruz, ona köşeli ve frensiz ifadelerini yakıştırarak, “kadim Anadolu’nun kıymetlisi” rütbesiyle “mezun” payesi veriyoruz.
-----
‘GIK’ bile izne tabi
ÜLKENİN yönetiminde “ipin ucu kaçıyor” hissiyatı çoğumuzu sarmaya başladı.
Normal bir zamanda tepki ve heyecanla karşılanacak gelişmelere, “omuzumuzu silkip” hayata devam ediyoruz.
Ölçünün, mantığın, adaletin, giderek kaybolduğu bir yerde, “an itibariyle” elden bir şeyin gelemeyeceğini bildiğimizden, boşuna kendimizi köpürtmüyoruz.
Mesela en büyük kentin seçilmiş belediye başkanı istifa ediyor, sebebini sormuyor, kurcalamıyoruz.
“Yukarıdan istemişler, adam da direnememiştir” izahını yeterli görüyoruz.
İşin tuhafı, bahse konu kişiler de suskun kalıyor.
Belirtmek gerekir ki, demokrasilerde “hikmetten sual olunmaz” anlayışı yoktur.
Tamam OHAL rejiminde yaşıyoruz, “gık” demek bile mümkün değil.
Ama 21. yüzyılda insanlara bu muameleyi reva görmüyor olmak lazım...
Her ne kadar duyarsız gözüksek de tepkiler birikiyor, sessizce istifleniyor.
Godot’u bekler gibi, mecburen “demokrasiyi” bekliyoruz.
-----
İstanbul Rum meyhaneleri
1970’li yıllarda İzmir’de yerleşik bir meyhane kültürü vardı.
Rum aile işletmelerinin geleneğinden beslenen böylesi mekanlar maalesef artık yok.
İstanbul bu konuda daha şanslı.
Örneğin Tarabya sahil yolunda, tarihi çok eski zamanlara giden iki restoran vardır.
Kıyı ve Filiz.
Yanı sıra yine Boğaz’da Garaj.
Bu mekanlar tipik Rum meyhanelerdir.
Boğazın uskumrusu, lüferi, sarıkanatı, palamutu, hiç şüphesiz finalde sahne alan assolistleridir.
Ama, öncesi, artık unuttuğumuz bir ritüelle, kavun, beyaz peynir peşrevi ile başlar, iri taneli kuru fasulye ve yaprak ciğerle yol alır, derken lakerda ve turşu eşliğinde “sol şeritte selektör yapar” hale gelir.
Ne alaka demeyin...
Bu yerlerde, öyle binbir meze yoktur.
Müşteri memnuniyetini esas alan, garson sıcaklığının ön plana çıktığı keyifli bir servis anlayışı ile lezzetin dibine vurulur.
Telaşsız, huzurlu, kalbi, sürprizsiz yerlere öylesine hasretiz ki, İstanbul’da yakaladığımız bir heyecanı paylaşmak istedik.
Bu arada belirtmek isteriz ki, 1964 olayları sebebiyle İstanbul’da da bu renklilik çok kan kaybetti.
Geçmişin Kumkapı Kör Agop’u, Moda Koço’su, Kalamış Todori’si, İstiklal Hristakis’i artık yok.
Onları özlemle anıyoruz.
Paylaş