Salyangoz satıcıları

Haberin Devamı

GELİŞKİN demokrasiler, “inceltilmiş, naif” taleplerin karşılık bulduğu, düzlemlerdir.
Sınırlı sayıda insan bile, kendilerine yönelik bir haksızlığı dile getirdiklerinde, şayet eylem veya söylemlerinin toplum vicdanında bir yansıması varsa, başta medya olmak üzere herkes onlara sahiplenir.
Bağlı olarak, karar vericiler de bu talepleri kaale almak zorunda kalır.
Böylesi bir güvenceyi hissediyor olmak, aslında insan olmanın onur ve bilincini solumaktır.
Kaba demokrasilerde ise bireyler, sandıktan sandığa hatırlanır.
Hele oylar kemikleşmiş ve sizler de azınlıkta kalacak kesimlerin insanlarından bellemişseniz, beklentilerinizin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Bu durum çoğu zaman bir azınlık psikolojisi yaratır.
Kendi içinizde celallenseniz de, yaşanan her hayal kırıklığı özgüven kaybınızı pekiştirir.
Zaman içerisinde “kapanmayı” tercih eder hale gelirsiniz.
Oluşturduğunuz “odacıklar” içinde çemberin hergün biraz daha daraldığını görerek ve elinizden hiçbir şey gelmediğini hissederek yaşamaya çalışırsınız.
Bu haldeyken bile, “bastırılmış kızgınlıklarınız” sürekli bir mucizeyi kollar.
Bazen, güçlülerin paylaşım mücadelesinde oluşan bir çatlak bir anda sizi umutlandırır.
Sanki ilahi adalet tecelli ediyordur.
Yahut siz öyle zannedersiniz.
Hiçbir dahlinizin olmadığı bir takım gelişmelerin size değmeyeceğini, hemen fark etmezsiniz.
Sonra... Sular durulur.
Kağıtlar yeniden karılmıştır ve masada yine yoksunuzdur.
Tekrar kendinize dönersiniz.
“Yahu”, dersiniz, “salyangoz satmak ne zaman bereketli bir iş olacak?”

Haberin Devamı

Yerel seçimler hep farklıdır

SİYASET, tarafların ortadaki gerçeklerin kendi işine gelen kısmını ön plana çıkartma gayretidir.
Ülke siyasetinde iktidar, “dış güçler”, “paralel devlet” derken, muhalefet yolsuzluk, rüşvet vurgusu yapıyor.
Yerel siyasette de durum farklı değil.
Muhtemelen, AK Parti, Binali Yıldırım’ın teknisyen kimliğini öne sürerek, kent gelişimine katkı yapacak projeleri vaat edecek, CHP ve Aziz Kocaoğlu ise İzmir’in farklı duruşunun devamlılığının önemine işaret edecek.
Şüphesiz normal olanı, her seviyedeki seçimlerin, rejim kaygılarından arınmış şekliyle kimin daha özgürlükçü olduğu, hayatı kolaylaştıracak hizmetleri hangi tarafın verebileceği, ekonomik performansın hangi parti tarafından daha iyi gerçekleşebileceği beklentileri üzerinden şekillenmesidir.
Ancak, maalesef ülke böylesi bir görüntü vermiyor.
Bağlı olarak tırmanan kutuplaşmalar, özellikle yerel seçimlerde adayların kaliteleri üzerinden ayrım yapılması esnekliğini azaltıyor.
Mamafih, yerel seçimler genel seçimlere benzemez.
Her ne kadar siyasetçiler, yaşanacak her seçimi “Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimi” olarak lanse ederek, politik kutuplaşmaya davet çıkarsalar da, seçmen kendi rasyonelini belirlerken yerel seçimlerde daha az baskı hisseder.
Hatırlayın son yerel seçimde iktidar partisi, genel seçimlerde yüzde 47 olan oy oranını yüzde 38’e düşürmüştü.
Diyeceksiniz ki, “bu defa politik atmosfer çok yüksek, o sebeple ‘makro gerekçeler’ oy eğilimlerini belirleyecek”.
Biz, “yine de çok emin olmayın” deriz.

Haberin Devamı

Ruhumun çirkinliği yansır yüzüme

TÜRKİYE’de, hele İzmir’de liberal demokrat olmak çok zor zanaattır,
Zihninizi, size yüklenen değerlere paralel, “vasatın” hizmetinde çalıştırmadığınızda, kabullerin konforuna yaslanıp, ezberlerinizi zorlamadığınızda hiçbir sorunla karşılaşmazsınız. Ancak “entelektüel namus” diye bir kavrama itibar ediyorsanız, dertlendiğiniz konulara dair sıkıntıya talip olmuşsunuz demektir.
Hele köşe yazısı yazısı yazıyorsanız, mail adresiniz orada yazılıyorsa, her türden katı tutum sahiplerinin açık hedefi haline gelirsiniz.
Bazen sizi bir siyasi görüşün “yalakası” ilan ederler, kimi zaman satılmış olursunuz, en çok da fiziğiniz üzerinden yapılan nitelendirmelerde özgüven kaybına uğrayıp, “yahu yoksa haklılar mı?” deyip, aynalara bakarsınız.
Esasında katılımcı okur, iyi bir şeydir.
Okunduğunuzu hissetmek hoş bir duygu verir size.
Agresif okur da itirazlarınız içine girmez.
Ama “hakaret” edeni... İşte o olmuyor.
Böylelerini demokratik hoşgörü potasında değerlendirmek doğru değil.
Hoş, kişisel planda bu tiplere de “eyvallah” diyoruz ama bu tercihimizin yanlış olduğunu da ifade etmek isteriz.

Haberin Devamı

Devlet usuldür

HEPİMİZİN ağzında bir laf var.
“Devletin çivisi mi çıkıyor”.
Esasında devlet millete servis için kurulmuş bir ‘garson’dur.
Bu soyut varlık, hizmetlerini memurlarıyla verir.
Bürokrasinin sağlıklı ve şaibesiz işleyebilmesi için, zaman içerisinde oturmuş bir kaide vardır.
Devletde “usul muhtevanın önündedir”.
Bu ilkeye, ilk etapta “içerik, öz, nasıl olurda biçimin önüne geçer” diye itiraz edebilirsiniz.
Bunun yanıtı, bir başka türlüsünün çok daha fazla sakınca yaratacağının bilinmesidir.
Nitekim, geçmişten bugüne yargı ve yürütme bürokrasisi “kamu yararı, kurucu felsefe, ekonomik delil” ve benzeri kavramlarla usulde, yeni Anayasa ve ona uygun alt metinlerde açıkça yer almayan yetkileri, sadece kendilerine makul gelen gerekçelerde yorumlayıp millet hayatını daraltmıştır, daraltmaya devam etmektedir.
Son zamanlarda bir “paralel yapılanma” tartışması gidip duruyor.
İktidar, bunun ne menem bir tehdit olduğu algısını hepimize yerleştirmeye çalışıyor.
Doğrudur, yanlıştır, meselenin o yönü bahsi diğer.
Dikkatimizi çeken, var olduğu kabul edilen bu “tehdit” ile mücadele yönteminde “usule özenin” diğer deyişle “başlangıç çerçevesinin” sanki fazla önemsenmiyor olması.
Örneğin cumhuriyet savcılarının yetkilerini, aksine bir düzenleme olmadığı müddetçe, istediğiniz kadar kendinizi haklı görün, “sübjektif” değerlendirmelerle kaale alma veya almama hakkını kimseye vermez.
Hukuk, “ben kıldım oldu” anlayışının olduğu bir yerde, haklı olup olmadığınızdan bağımsız olarak, soldurulursa, zaten sallanan demokratik kalitenize bir öldürücü darbe daha vurulmuş olur, demokrasiden vazgeçtik, otokratik bir devletin idamesi dahi tartışılır hale gelir.

Yazarın Tüm Yazıları