Paylaş
Tarihin en büyük imparatorlukları da bu topraklarda hüküm sürmüştür, en uzun istilalara, göçlere, savaşlara da bu coğrafya tanıklık etmiştir.
Mezopotamya’dan Balkanlara, Anadolu’nun her karışında tarihin yoğun yaşanmışlığının izleri vardır. Buralarda onlarca kültür iç içe geçmiş, birbiriyle yoğrulmuştur.
Tarihçiler 36 ayrı etnisik kültürün varlığından söz eder Türkiye’mizde.
19. yüzyıl sonlarına baktığınızda tüm dünyada milliyetçilik akımlarının yükseldiğini gözlerseniz.
Artık zamanın ruhu, imparatorluklar çağını geride bırakmış ulus-devlet anlayışları ön plana çıkmıştır.
Bizim coğrafyamız da bu gelişmelerden etkilenmiş, İttihat-Terakki ile hareketlenen süreç cumhuriyetimizle bu yeni modele çevrilmiştir.
Ulus-devlet modelleri milli aidiyet duygusu üzerinden yapılandırılır.
Cumhuriyetimiz de bu esastan hareketle, zaten Anadolu’nun dominant kültürü olan Türklüğü baz alarak, konuşulan ortak lisanın da Türkçe olması sebebiyle Türk vurgulu bir devlet yapılandırma yolunu seçmiştir.
Bahse konu farklı kültürler, ırki bir aidiyete yaslanmayan bir anlayışla Türklük kavramı üzerinden konsolide edilerek hayata geçirilmiştir.
Belirtmek gerekir ki, milliyetçilik akımları etkisini sadece milli kimlikler üzerinden göstermiyordu. En az onun kadar önemli, hatta daha önemli olan “din” faktörüydü.
Cumhuriyetin kuruluşundan çok daha önce başlayan süreçle yaşadığımız coğrafyada gayrimüslim nüfus çok azaltıldı.
Ermeni tehciri, Mübadele, Süryani baskılaması, 6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi... Sonuçları itibariyle Türkiye’yi homojen Müslüman topluma dönüştürmüştür.
Şüphesiz bu zor bir projeydi. Amaçlarının doğru olduğuna inananlar, bir devlet ve bu devletin öngördüğü ulusu biçimlerken, eşyanın tabiatı gereği demokrasiyi ikinci plana aldılar.
Genel olarak bakıldığında model başarılıydı. Ülke parçalanmamış, onurlu bir devlet kurulmuş, ekonomik alanda ciddi mesafeler kaydetmiş bir devlet oluşturulmuştu.
Bu arada “zamanın ruhu” yine değişmeye başlamıştı.
Tüm dünya toplumlarında demokrasi rüzgarları esiyor, insan haklarından kültürel haklara bir yenilenme ve sahiplenme ihtiyacı, katı kurallarla biçimlenmiş ulus-devlet yapılarını zorluyordu. Türkiye de bu gelişmelerden nasibini kaçınılmaz olarak alacaktı.
Yakın siyasi geçmişimiz bu durumun özeti gibidir.
21. yüzyıl dünyası ve Türkiye’miz, değişen parametrelere uyum sağlama sürecindedir.
Zordur, sancılıdır, zaman zaman sabırları çatlatıcıdır, provokasyonların kol gezdiği yeni bir denge arayışıdır.
Elimizdeki güvence bu kadim coğrafyanın gün görmüş insanlarının sağduyusudur.
Birbirimizi anlamak, hissetmek, bu topraklara dair birlikte bir “yurtseverlik bilinci” oluşturmak dışında başka bir seçeneğimizin olmaması gerekir.
Neticede hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Bugün ve gelecekte...
(ikinci yazı)
Farklılıklarımız
neden zenginliğimizdir
İki hafta önce yazdığım, “Farklılıklarımız zenginliklerimiz” başlıklı yazımda yanlış anlaşıldığını zannettiğim bir hususa değinmek istiyorum. Makalemin yanlış yorumlandığını düşünüyorum. Sadece makale başlığı bile amacımı açıklar mahiyettedir. En başta, söz konusu yazıda, doğrudan Boşnak vatandaşlar konu değildir. Türkiye’deki tüm tarihçelerin ittifak ettiği 36 etnisik kültürün örneklemesi olarak Boşnak kültüründen söz edilmiştir. Boşnakların ve diğer tüm kültürlerin korunmasının önemine işaret edilmiştir. “Kanı karışık” deyimi, “kanı bozuk, ne idüğü belirsiz” anlamında kullanılmamıştır. Anadolu’nun kültürel çeşitliliğine vurgu yapılmak istenmiştir. Yanısıra, kan ve ırk aidiyetini abartanlara bir göndermedir. Türklük bu coğrafyada yaşayan her kesimi büyük ölçüde sarmalayan bir aidiyettir. Buna itiraz eden yoktur. Ötesinde onur ve heyecan duymamak mümkün değildir. Ancak itiraz edenlere de demokrasinin ve makul aklın kuralları çerçevesinde saygı, 21. yüzyıl gerçeğidir.
Paylaş