Paylaş
İnsanların birbirine saygısı her neviden sivrilikleri törpüler.
Bu tip toplumlarda günlük yaşam dingindir, sürprizler ekstra gayret gerektirir. Yaşanan keyifli anların sayısı çoğaltılarak adeta heyecan ve renk inşa edilmeye çalışılır.
İşte, İzmir büyük ölçüde böyle bir yerdir.
Kentin bu hakim kültürüne sonradan gelenler de dahil olurlar.
Bu toplum dokusu, bu anlamıyla iyidir hoştur, ama maalesef ülkemizde son yıllarda yaşanan büyük sosyal çalkantılara karşı hazırlıksız ve dayanıksız bir örgünün de sebebidir.
İzmirliler siyasete özel bir anlam yüklemenin, misyon biçmenin, geçmiş yüzyılda kaldığını düşünürler.
Bu yüzden naiftirler. Bu yüzden radikal duygularla siyaset iştahı taşımazlar.
Bağlı olarak, farklı anlayışların organize iktidar taleplerine nasıl karşı gelineceğini bilmezler.
Şüphesiz bahse konu insanlar sadece İzmirliler değildir.
Cumhuriyet değerleriyle yetişmiş on milyonlardan söz ediyoruz.
Belki demokrasiyi, bedel ödemedikleri için yeterince içselleştirmemiş, ama bir biçimde “laiklik” kalitesi kazandırılmış insanlardır bunlar.
Şimdi bu insanlar “an itibariyle” bu ülkenin “susturulmuşlarıdır.” 95 yıllık bir ağır mesaili yürüyüş sonrasında, Saat Kulesi’nin altında, öyle durup beklemek durumundadırlar. Nereye kadar mı? Ben cevabını bilmiyorum.
Mesafelenerek bütünleşiriz
YETERİNCE muhafazakar, Kürt, Alevi yüceltmesi yaptık.
Tamam, ezilmişlerdi, sindirilmişlerdi, devran değişirken onlara yapılanların yapılmayacağı bir Türkiye için gönülden desteklemek her aydının vicdan borcu, vecibesiydi...
Ama hayat aydın iyimserliğine paralel tecelli etmiyor.
Gelişmeler hiç birimize evrensel demokrasiyi vaat etmiyor.
Her kesim sadece kendi heybesine odaklanıyor.
Geçenlerde bir gazetecinin benzetmesi tüyler ürperticiydi.
“Tünelin ucunda ışık göründü. İlerisi uçurum.”
İçe dönük, dışlayan, tecrit eden, empatiyi rafa kaldıran bir telaş, bir endişe ve giderek bir kanaat pekişiyor kıyılarda yaşayan insanların zihninde.
Avrupa Birliği Konseyi Yerel Yönetim Özerklik şartları şayet doğru yönetilirse, bu kutuplaşmayı dengeleyecek, şahinlerin sürüklediği felaket ortamından hepimizi kurtaracak en önemli seçenek gibi gözüküyor bize.
Bu ülke bu denli birbirine mesafelenmişken, artık 80 milyonu tek bir “ülkü” altında toplamayı ummak, maalesef gerçekçi değil.
Ülke bütünlüğünü temin edecek parametreler değişiyor.
Bizi bir arada tutacak unsur “korku, şiddet ya da kuvvet kullanımı” olamaz.
Devlet yepyeni bir anlayışla yeniden tariflenmeli.
Anayasa, modası geçmiş hamaset yapıştırıcılığı yerine, rasyonel, menfaatleri tarifleyen, demokrasiyi hayatın her alanına yayan bir anlayışla oluşturulmalı.
Laik değerleri önceleyen, Cumhuriyet değerleri ile yetişmiş kitleler, hiçbir etnik ya da dini aidiyete yaslanmadan, yoğun yaşadıkları topraklarda merkezi vesayetin etkisini azaltacak yapılanmalar için çaba göstermeleri gerekiyor.
Galiba Demokrasi tembeli İzmirlilerin kıpırdanma zamanı geldi, geçiyor.
ANKARA
SİYASET kazanı Ankara’da kaynıyor.
Bizler buralarda kendi aklımızla mantık yürütüyoruz. Oysa Başkent “gerçekleri” bambaşka. Bizim anladığımız, “ince taktikler” devri geçmiş. Kimin eli güçlüyse, kıvamı bozulmadan darbeyi indirme peşinde.
Bu cümleden hareketle, MHP ve HDP sendelemişken, CHP saçma sapan muhalefette ısrarcı(!) iken, iktidar her an “sandık” üzerinden yeni kazanımların peşine düşebilir.
Artık 14-15 vekil transferi ile Başkanlık referandumu mu dersiniz yoksa bir erken seçim mi, bilinmez.
“Yeteerr”, dediğinizi duyar gibiyim. Maalesef sesimiz Ankara’ya ulaşmaz.
Paylaş