Paylaş
“Çerkezler kimlik, dil ve kültürlerini yaşatıp geliştirebilecekleri şartların sağlanmasını istiyorlar.”
İşte budur.
Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde oluşturulan paradigmalar kırılıyor ve kendini geliştirdiği yeni bir evreye giriyor. Lütfen bu gelişmelere “milli birlik ve beraberliğimiz” zarar görüyor endişesiyle yaklaşmayınız.
Koca bir imparatorluk bakiyesi olan bu coğrafya, o çağın koşullarına uygun olarak biçimlenirken bir takım katı sosyal mühendislik projelerine konu olmuştu.
İlk etapta misakı milli sınırları gayrimüslim nüfustan “arındırılmış”, bilahare devlet denetimli bir Müslümanlık anlayışı ile onun dünyevi taleplerine set çekilmiş, 36 ayrı etnisik nüfus Türk kimliği üzerinde konsolide edilmeye çalışılmıştır.
Şüphesiz bu uygulamaların pek çok ikna edici gerekçeleri vardır. Ancak her tercih esasında bir vazgeçiştir.
* * *
Dolayısıyla Cumhuriyet değerlerinin biçimlediği insan modeli laiklik kalitesine ulaşmasına rağmen kendi dini ve etnik kimliğine mesafelenmiştir.
Bu durumun günümüze yansıması köksüzlüktür. Bu topraklar, özellikle Ege coğrafyası, adeta zorunlu göçler ve gönüllü asimilasyonların tarihidir. İzmir’de yüzyıl öncesinde gayrimüslim nüfus yüzde altmışların üzerindedir. Resmi tarihin o pek kurcalamadığı “mübadele” olgusu ile binlerce yılın yerleşikleri sırf dinleri farklı diye yer değiştirmiştir.
Bu yazıda üzerinde durmak istediğimiz o dönemde yaşanan dramlar değildir. Daha da insafsız olan bu insanlara topraklarımızı açmamızın diyeti olarak giydirilmeye çalışılan kurmaca elbiselerdir. İhtimal çocukluğunda mahallesinde Rumca konuşan babaannelerimiz, Çerkez bakkalımız, Boşnak kasabımız giderek tarumar edilen kimliklerinin bilincinde olamamışlardır.
* * *
Toplumun fertlerini “azaltan”, kendini yabancılaştıran bu ideolojik kalıplama 80’li yıllardan itibaren ağır ağır dikişlerini patlatmaktadır.
Hoşunuza gitse de, gitmese de; toplumun refahının artmasına paralel her birey özgüvenini, kendisine iade edecek değerlerin peşine düşer.
Kimi inancını kendisini mutlu edecek şekilde yaşamak ister, kimi hiç olmazsa kendini yerelde yöneteyim diye bir talep içinde olur.
Tüm bunlar demokrasiye paralel siyasi zeminlerini oluşturuyorlar.
Bağlı olarak, “en darbeli” kesim kıyılar yavaş yavaş kendine geliyor.
Ülkede yaşanan müthiş değişime ürkek bakan, tahrip edilmiş özgüveni üzerinden korku ve endişe üreten kimlikler, kaçınılmaz olarak “fenerlerini” içlerindeki karartılmış boşluğu yönlendiriyor.
* * *
Oralardaki aydınlanma bu toprakların zenginliğidir. İnsan üst kimliğinde, Türkiyelilik bahtiyarlığında, birlikte bir arada yaşanmışlığın kıvancı ve tasasında, bizi mutlu etmek için var olması gereken devletin bayrağı altında, uyduruk hamasetten uzak, demokrasi ve refah talep eden bir ülke hayal etmek...
Umarım yeni anayasamız bu beklentilerin başlangıcını oluşturur.
Paylaş