Pontus Rum’u olmayız biz

BİZLER, seküler hayat biçimini, yaşamımızın her alanında, sanki hep öyleymiş gibi yaşardık.

Haberin Devamı


Alıştığımız ve aksini bilmediğimiz modern değerleri, daha da rafine hale nasıl getiririz diye çabalardık.
Örneğin, imamların nikah kıyma yetkisine sahip olabilmeleri aklımızın ucundan dahi geçmezdi.
Mesela derdik, acaba İslam inancımızı Batı dünyası ile nasıl daha da uyumlaştırabiliriz.
Camiye “kadın” dahil olur mu, acaba “iskemle” mabetlerimize girebilir mi?
Tüm bunlar bize makul gelen zihin egzersizlerimizdi.
Yine mesela “alaturka” tuvaletler hiç şüphemiz yoktu ki, gayri medeniydi, her yerden kaldırılmalıydı.
Şimdi anladık ki, kazın ayağı öyle değilmiş.
Başka bir Türkiye, hiç kafasını çıkartmadan, diklenmeden, zamanının gelmesini beklermiş.
Hayatını nasıl yaşıyorsa, bizim gibilerin hayallerine zerre metelik vermeden, aynen sürdürüyormuş.
Meğerse, birbirlerinden tamamen kopuk iki ayrı yaşam tarzı, eşzamanlı bu topraklarda kendi kulvarlarında yaşanıp dururmuş.
Geçmişte bizler ekrandaydık.
Şimdi muhafazakarların zamanı.
Artık “afişler”de onlar var.
Cumhuriyet onları kendinden vazgeçirtemedi.
İşin tuhafı, bizim gibilerin de kendilerinden vazgeçme niyeti yok.
Onlar on milyonlar, biz de on milyonlar.
Ve daha birkaç on yıl çalkalanırız.
Sonra, sonrasında denizler durulacak, uzlaşacağız...

-----

Şelaleye kulaç

Haberin Devamı

ZEMİNİN kaydığını hissedebilirsiniz.
Gelişmelerin iç açıcı olmadığını gözleyebilirsiniz.
Ama bu böyle diye “çakılıp” kalamazsınız.
Hayat sizi bu belirsizliğe alıştırır.
Bir müddet sonra umursamaz bir halde akışa teslim olursunuz.
İş dünyasına da hakim olan ruh hali bu...
İleriyi düşünmeden otomatiğe bağlanmış gibi pedala basıyorlar.
Gözler en yukarılara çevrildiğinde; Koç’lar, Sabancı’lar, Şahenk’lerin ufak ufak yurt dışına doğru tedbirlendiğini görüyorlar.
Telaşlanıyorlar, ama ellerinden bir şey gelmiyor.
Kaderlerine razı, “şelaleye” kulaç atmaya devam ediyorlar.

-----

Köşe yazarlığı

HER gazetenin kendine özgü bir yayın politikası olabilir.
Bağlı olarak, yaslandıkları esaslara göre manşetler oluştururlar, mizanpajı düzenlerler.
Ancak köşe yazarlığının özel bir durumu vardır.
Köşe yazarlığını tabii ki “Deli Dumrul” özgürlüğü gibi tanımlamayız, ama aynı taburun atış elemanı gibi de algılamamak gerekir.
Köşe yazarı entelektüel namusunu gazetenin yayın politikasına ipotek etmemelidir.
Aksi takdirde aynı borazanın hep birlikte üflendiği, tatsız tuzsuz bir medya platformu oluşur ki, bu durum militan okurlar dışında kimseye değerli gelmez.
Samimi, bilgiye dayalı ve özgür bir anlayışla kaleme alınan köşe yazıları, angaje satırlardan çok daha ufuk açıcı ve besleyicidir.
Ancak, bizim memlekette “Demokrat” olmak çok zor zanaattır.
Bir adım sonrasında faşist kafa yapısıyla aynı katılıkta buluşacak insanlar, ister ulusalcı, ister dinci, ister laik olsun, “Demokrat” zihinlere bir türlü tahammül edemezler.
Eleştirilerin kişilik yargılamasına, hakarete ve aşağılamaya dönüştüğü bir üslubun kıdemli mağdurlarıdır Liberal, Sosyal ve Muhafazakar Demokratlar...
Oysa demokrasi “renk” demektir.
Aksi durum bahse konu renklerin, önce solması sonra kaybolmasıdır ki, işte oralar karanlık dünyalardır.
Mao ne derdi; “Yüz çiçek açsın, bin fikir yarışsın.”

Yazarın Tüm Yazıları