Paylaş
MEHMET Altan’ın vaktiyle siyasi literatüre armağan ettiği bir kavramdır “2. Cumhuriyet.”
Liberal demokrat bir anlayışla bu yaklaşımı savunanlar ülkeye demokrasinin gelebilmesi için “1.Cumhuriyet” olarak nitelendirdikleri vesayetçi modelin kurucu mantalitesinin tamamen değişmesi gerektiğini ifade eder.
Cumhuriyet modeli, kurulduğu dönemin koşullarına göre şekillenen, ulus devlet değerlerini önceleyen, refah ve demokrasi konusunda aceleci olmayan bir yapıydı.
Kabul etmek gerekir ki, sağlam bir devlet örgüsü vardı.
Mümtaz Soysal’ın deyişiyle, her zaman “bürokrasi burjuvaziye” ağır basıyordu.
Birey devlete karşı korunaklı sayılmazdı.
Sanki çatırdıyor
Tamam, hantaldı, verimsizdi, halktan kopuktu.
Ama ortada bir “nizam” vardı.
Şimdilerde, o bildiğimiz devlet yapısı sanki her yönüyle çatırdıyor. Bu durum “sürpriz” değildir.
1980 yılında dışa açılmayla başlayan süreç o kapalı muhafazakar devlet anlayışını kaçınılmaz olarak değiştirmeye başlamıştı.
Kaynaşmış, sınıfsız, imtiyazsız bir toplum aldatmacasından farklı kimliklerin taleplerinin nazara alınacağı yeni bir modele evrilmenin sancısız olabileceğini hiç kimse zaten öngörmüyordu.
2000’li yıllardan itibaren “ivme” hızlanmaya başladı.
Muhafazakarlar iktidar oldu.
Başlangıç söylemleri umut vericiydi.
Ülkenin entelektüel sermayesini heyecanlandırmışlardı.
Laik kesime mesafe
AB’ye girmek için hevesle çaba gösteriyorlar, başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere toplumun tüm mağdurlarına “çiçekler” atılıyordu.
Devletin her kademesinde yeniden bir yapılanma başlamıştı.
“Merak etmeyin, gelişkin demokrasilerde ait olmaları gereken seviyeye çekiyoruz onları” diyorlardı.
Ekonomide liberal bir çizgi tutturmuşlar, biraz da dünya konjonktürünün yardımıyla başarılı bir performans oluşturmuşlardı.
Ancak, “laik kesim” denilen kitlelere yönelik tutumları, anlaşılmaz şekilde hep mesafeli kalıyordu.
Hukuktan bürokrasiye bu kesime yönelik hoyrat anlayışın adeta bir silah gibi kullanıldığı izlenimi pekişmeye başlamıştı.
Bu arada toplumun diğer mağdurları sabırsızlanıyordu.
Muhafazakarlar, tamam kuyudan çıkmıştı. Ama geride kalanlara bir türlü “ipi” uzatamıyorlardı.
AB’ye olan ilişkiler “tavsamaya” başlamıştı.
Dış politikada mezhepçi bir algı ile yepyeni yaklaşımlar üretiliyordu.
Ülkede kutuplaşmalar artıyordu.
Derken... Bugünlere geldik.
Ülkeyi geriyor
Muhafazakar iktidar evrensel demokratik ilkelere, onun gereklerine inançsızlığını her kesime giderek hissettiriyor.
Bağlı olarak, “uluslararası toplum iskelesinden” uzaklaştığı ölçüde otoriterleşiyor.
Bugün gelinen noktada muhafazakar iktidar, gücünü aşan bir ağırlık talep ediyor, ülkeyi geriyor.
76 milyon insanıyla çok farklı renkler barındıran bir ülke, kim ne derse desin “demokratik mutabakat” dışında huzuru bulamaz.
Demokrasi, tarafların birbiriyle yenişemeyip uzlaştıkları rejimin adıdır.
Bu ülke 60 yıllık demokrasi, hatta 150 yıllık “batı” yürüyüşünde, kendi çapında bedeller ödemiştir, ödemektedir.
İktidara oy vermeyen kesimler “gitti askeri vesayet, hoş geldi muhafazakar vesayet” oldu bittisini kabullenemez.
Kutu açıldı bir kere
Kürtler, “tehdit” tınısıyla, en üst seviyelerinden evrensel demokrasi çağrısı yapıp duruyor.
Aleviler, “artık bu ayrımcılık nihayete ersin” diyerek, daha kapsamlı tepkilerini erteleyip duruyorlar.
CHP ve MHP yönetimleri, geçen 12 yıl içinde çok şey öğrendi. Artık onlar da kağıtların demokrasi adına yeniden karılmasına daha hazırlar.
Beri yandan bu ülkede giderek lideri üzerinden kültleşen bir AK Parti gerçeği var. Bu insanlar bizlerin yabancısı olduğumuz sosyolojik hissiyatla, “dik duran” liderin mazeretsiz arkasındalar ve evrensel demokrasi onların vazgeçilmezi değil.
Özetle, taraflar güçlerinin sınırlarını test etmeye kalkarlarsa bu topraklarda daha çekilecek çok acımız var demektir.
Umarız bu kadim halk sağduyusu ile demokratik uzlaşıyı temin eder. Diyeceğimiz, “pandora kutusu” bir kere açıldı. Bir arada yaşacaksak, hiçbir kesimin “benim kırmızı çizgim var” lüksü olmayacak, olmamalı. Aksi takdirde işimiz zor, çok zor.
Paylaş