Paylaş
Ödemiş mutlu insanlar diyarıdır.
Yaşadığı yerlerin bereketli güzelliğinin farkında, Allah’ın şanslı kullarından olduklarının idrakinde, kendine yeten, huzur, dinginlik ve sevecenliğin her hallerine sindiği insanlar yaşar bu uzak İzmir beldesinde.
Özellikle cumartesi dememizin sebebi, muazzam büyük bir pazarın bu günde kuruluyor olmasıdır.
Hem cıvıl cıvıl hem de telaşsız Ödemişlilerin arasına karışarak, sadece yiyecek değil, elişi ürünlerin de satıldığı ortamda alışveriş müthiş bir hafifleme sağlıyor.
Ancak büyük ödül bize göre 124 yıllık tarihi fırınında Töngül pidesi yemek.
Dededen toruna süregelen bu mekanda İsmail ve Sadettin Töngül; maydanoz, süt, şeker, kavrulmuş kıyma, yaş maya, tulum peynir gibi malzemelerle “akıllara seza” bir lezzet üretiyorlar.
Hani, Töngül pide sonrası pazarı dolaştınız, geniş çay bahçelerinde oturdunuz, hatta bir efor gösterip 7 kilometre uzaktaki Birgi’yi ziyaret ettiniz ve mideniz tekrar sinyal vermeye başladı ise bu defa Ödemiş’in meşhur köfteleri dönüş yolu ikramiyesi olarak sizi bekliyor demektir.
Bu aşamada da tavsiyemiz Köfteci Hurşit’tir.
(Töngül Pide - 0536 312 33 90) - (Köfteci Hurşit - 0232 545 40 98)
-----
Kumandan Castro kıymetlimizdir
CASTRO’yu ve onun Küba’sını değerlendirirken hangi gözlüğü taktığınız çok önemlidir.
Hani, “refah”la “mutluluk” kavramlarını karıştıranlardansanız, vay Castro’nun haline.
Castro bir devrimciydi.
Arkadaşları ile birlikte Küba’da Sosyalist bir düzen kurdu.
Üstelik bu işi dünya kapitalizm merkezi olan bir ülkenin hemen yanı başında becerdi ve sürdürdü.
Biliyoruz, Komünizm bugün “yenilmiş bir ideolojidir”.
Ancak bu durum, onun heyecanlandırıcı bir ütopya olduğu gerçeğini değiştirmez.
Komünizmin önceliğinde daima “insan” vardır.
Sömürünün olmadığı, yabancılaşmanın tasfiye edildiği, Devletin gerekmediği, insanın zaten iyi olan özünün ortaya çıkarıldığı, barışın, sanatın, özgürlüğün ebedi kılındığı bir düzenin hayalini kurmuşlardır komünistler.
Ama hayat teoriye uygun tecelli etmemiştir.
Castro ve arkadaşları böylesi bir ideali gerçekleştirmek için yola çıktılar.
Neticede, öngördükleri düzene geçişi sağlamak için oluşturulan “Sosyalist Devlet Diktatörlüğü” demokrasiyi rafa kaldırdı, teknolojiyi, moderniteyi unutturdu, girişimciliğin getireceği dinamizm, yerini bir boş vermişlik ve tembellik eğilimine terk etti.
Ancak, eğitim ve sağlık politikaları ile de yüksek standartlar yakalandı.
Yanı sıra, tüm dünyada “iyi kalpli insanların fethedilemeyen bir kalesi” olarak, gözlerinden sakındıkları bir hayal ülke konumunu korudu.
Şüphesiz o insanlar da biliyorlardı bazı şeylerin ters yürüdüğünü. Ama bu denli “kirlenen” bir dünyada, bu hali ile bile “Küba” tartışarak yıpratmaya çalışacağımız son yer olmalı.
Seni unutmayacağız Kumandan.
-----
Tek kollu aydınlar
CUMHURİYET çok ciddi birikimlere sahip aydın insanlar yetiştirdi.
Bu insanların bazıları umman kültürleri ile dünyayı kavramımıza neden oldu, adeta pek çoğumuzun zihin haritasını inşa etti.
Geldiğimiz noktada; Küba devriminden, Operaya, Rönesans’tan New York’lu bireyin içsel sanrılarına kadar hemen her konuda bizleri besleyen mebzul yazar çizerlerimiz var.
Beri yandan, hemen yanı başımızda, aynı ülkede, belki kentimizin varoşlarında ya da nispeten daha az gittiğimiz şehirlerde, kasabalarda, apayrı bir kültür içten içe yaşıyordu.
Bilinçli şekilde kendi ateşini parlatmadan ama asla küllendirmeyerek vaktinin gelmesini sabırla bekliyor ve değerlerini geçirdiği insanların sayısını çoğaltıyordu.
Derken, bu insanlar iktidar oldu.
Dünya görüşlerini kendi referanslarına yaslayan ve hiçbir tereddüt duymadan savunan bir kitle ile karşı karşıya kalmıştık.
İşte o aşamada, bizim tarafın en münevverinin bile onların zihinlerini besleyen külliyat konusunda müthiş yetersiz olduğu fark edildi.
Anlı, şanlı düşünürlerimiz, kanaat önderlerimiz, İslami mevzularda cehalet mertebesinde bilgisizdi.
Sosyolojik boyutuyla genel yaklaşımlar getirmeye çalışmak çok yüzeysel kalıyordu.
Bu denli bir “aynı dili” konuşamama, hatta “bihaber” olma bir acizlik haliydi.
Sebeplerinin Cumhuriyetin eğitim politikaları ile ilgili olduğunu biliyoruz.
Ama bu işler, hani gönlünü ve fikrini bu kanada çevirmiş ve fakat o çevrelerde yetişmiş birkaç ilahiyatçıya (Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk gibi) yaslanarak sürdürülemiyor.
O insanların “iç sesi” kıvamına gelmeden, etkili eleştiri getirebilmek, kaale alınmak mümkün gözükmüyor.
Bu anlamıyla, laikler ve muhafazakarlar arasında, dehşet verici bir kopukluk yaşanıyor ve bu durum tarafları giderek birbirinden uzaklaştırıyor.
-----
Yine, yeniden Marx
SOSYALİZM, hadi diyelim, doğrudur “yenildi”.
Peki kapitalizm çok mu başarılı?
Kitlelerini tüketim makinası olarak gören, imitasyon hedeflerle kırbaçlayarak, “özelini”, “özgünlüğünü” ve giderek “anlamını” yitirten, bir huzursuz modelden söz ediyoruz.
Üstelik böylesi bir yaşam tarzını kendinden menkul bir ahlak anlayışı ile müthiş bir kandırmacaya dönüştürerek, kazananların hep belli olduğu bir kutsanmış değerler mertebesine yükseltmişken.
Ancak, son birkaç yıldır farklı şeyler olmaya başladı. İnsanlar artık ulaşamadıkları “havuç”lara inanmıyorlar ve müesses nizamın karar vericilerini oy gücüyle yerle bir ediyorlar.
Son ABD seçimlerinde Trump olgusu bunun örneğidir.
Çöken Burjuva ahlakı, an itibariyle daha erdemli bir modele yöneldiği izlenimi vermese de yeni bir arayışın olduğu gün gibi ortadadır.
Yeryüzündeki gelir dağılımı bozukluğu, insanlığın bir kısmının yaşamak zorunda kaldığı ürpertici seviyeler... Hangi cepheden bakarsanız bakın, Stalinist yanlışlarından arındırılmış ve hümanisttik yönü ön plana çıkartılan güler yüzlü sosyalist düzenlere yeniden ihtiyacı gündeme getiriyor.
Bu anlamıyla Küba deneyimi artı ve eksileriyle pek çok konuda dünyaya rehber olacaktır.
Paylaş