Ne yardan ne serden

Din bu toplumun realitesi. Ege’de, özellikle İzmir’de bu durumu Anadolu kadar hissetmeyebilirsiniz.

Haberin Devamı

Oysa toplumumuzun önemli bir kısmı, yaşamlarının omurgasına inançlarını oturtmuşlardır. Öteye gitmeyin Kırkağaç’tan Ödemiş’e, Kütahya’dan Bolvadin’e bu ağır etkiyi gözlemleyebilirsiniz.
Dolayısıyla dindar nesil isteyenlerin hedef kitlesi bu insanlar değildir.
Bu geniş kitlelerin yanında “Cumhuriyet değerleri” ile yetişmiş ve sayıları on milyonlara ulaşan bir kesim daha vardır.
Bu kesimin dinle olan ilişkileri bilinçli bir şekilde mesafelendirilmiştir.
Şüphesiz bazı tarihi ve kültürel nedenlerle “Arabik anlayışlara” uzak olma hali de, “laik” dediğimiz bu kitleyi dindar söylemlere karşı önyargılı bir tutuma sürüklemiştir.
Bugün ülkenin en büyük problemlerinden birisi de laik denilen kitlelerin İslam dinine, ya da daha doğru anlatımla dindarlığı ön alarak çeşitli yaklaşımlar oluşturan kimselere aşırı ihtiyatlı bakmasıdır.
Oysa, o ihtiyatlı baktıkları kişilerin temsil ettiği zihniyet bu gün iktidardır.
Demokrasi işte böyle bir şeydir.
İslam dinini demokrasi ile uyumlaştırma çabaları, belki 21. yüzyılın en büyük sualidir.
Bugün Batı’da oluşun, adına evrensel demokratik ilkeler denilen değerler manzumesi tüm insanlığa kendince bir model önermektedir.
Oysa İslam dini, sadece uhrevi bir inanç olmasının ötesinde; sosyal, siyasal, ekonomik, hukuki belirlemeler yapan, üstelik bunları ilahi bir emir olarak algılayan diğer bir modeldir.
İslam coğrafyasında demokrasi, muhafazakar anlayışlara avantaj sağlamakta ve “sandık galibi” şeklinde kaçınılmaz bir tecelli oluşturmaktadır.
Seçimle iktidara gelenler, güçlerinin pekişmesine paralel evrensel demokratik ilkelerle uyuşmayan İslami değerleri, toplumsal düzene empoze etme anlayışına yönelmektedir.
Aksi durum, kendilerine bile izahta zorluk çekecekleri bir çelişki olacaktır zira.
Beri yandan bir ülkeyi yönetmek, seçim kazanabilmek sadece muhafazakâr kitleyle inanç paydaşlığında sürdürülebilecek bir durum değildir.
İnsanlar, bağlı olarak muhafazakâr kitleler de artık refah talep etmektedir.
Refah zengin ülkelerle işbirliğinden geçmektedir.
Sermayeniz kıt ise, 500 milyar dolar ihracat hedefliyorsanız, oyunun kuralları yaşamın her alanında evrensel demokratik kurallara uzak düşmemenizden geçiyor.
İşte bu gereklilik, muhafazakâr iktidarları sıkıştıran ikinci bir çelişki olarak gündeme geliyor.
Bizim gördüğümüz, Türkiye’deki iktidarın pragmatik olmasıdır.
Şüphesiz sosyal hayata dair düzenlemelerde muhafazakâr anlayışlar ağırlığını artıracaktır.
Ancak bu anlayışın sınırları vardır.
Kritik eşiğin aşılması uluslararası toplumdan kopulması ve üçüncü dünyacı sürdürülmez bir modele evrilme sonucunu doğurur ki, buralarda demokrasi yoktur, özgürlükler biter.
Böyle bir tabloyu hiç kimse istemez. Hele mevcut iktidarın istemesine ihtimal bile vermiyoruz.
Türkiye bir sentezleme ile kendi değerlerini de yok varsaymadan yeni bir form oluşturacaktır.
Beklenti, oluşturulacak bu formun tüm İslam coğrafyasına da model olması ve uluslararası toplum nezdinde kabul edilebilir bulunmasıdır.

Yazarın Tüm Yazıları