Paylaş
KENDİ haklılığından çok emin olmak, diğer ihtimalleri adeta garipsemek, galiba biraz kapalı toplum kültürü olsa gerek.
AK Parti’nin siyasi tutumlarında bu tavrı gözlüyorum.
Hani arada bir empati oluşturulmaya kalkışıldığında da, yine bir “yazı gelirse ben kazanırım, Tura gelirse sen kaybedersin” tutumuyla hep haklı, hep kazanan olmak istiyorlar.
Diyeceksiniz, tüm siyasilerin genel yaklaşımı böyledir.
Doğru, ama onlar iktidar değil, dolayısıyla bizim yaşamımıza doğrudan bir etkileri yok.
Bu metodun benimsenmesi bir müddet sonra “nalıncı keseri” alışkanlığı oluşturmaya başlar.
Haklılık gerekçeleri oluştururken makulü zorlamaya, hatta çarpıtmaya gidersiniz.
Örneğin, Mısır’da Mursi yönetimine yapılan darbeyi eleştirirken, Batı medyasının niçin suskun kaldığını Türk halkına şikayet edersiniz. Oysa gerçek hiç de öyle değildir.
Ya da ABD Merkez Bankası’nın uyguladığı sıcak para politikası nedeniyle büyüme rekorları kırdığınız yılları ekonomik maharetinize bağlar, bu politikadan vazgeçme sinyalleri nedeniyle yavaşlayan büyümenizi Türkiye’ye yönelik komplolarla açıklarsınız.
Gezi olayları, biber gazı, cop, basınçlı suyu hak eden anarşist eylemlerdir, Mısır’daki direnişle alt seviyede de olsa kurulan paralelliği aşırı celallenirsiniz.
Stadyumlarda nelerin protesto edilmeyeceğine dair ayar verir, korku salarsınız. Kişiliği kendinden menkul bir futbolcunun, bal gibi siyasi mesaj sayılacak el hareketine sevgiyle yaklaşırsınız.
Üstelik, tüm bunlara benzer örneklere cevabınız o denli hazırdır ki yine haklı olursunuz, hep haklı olursunuz.
Galiba bu işte bir enayilik var.
İşin enteresanı, doğru dürüst bir muhalefet olmadığından, iktidarın çizdiği her çerçeve, adeta milli politikamız gibi algılanıyor, itirazlar silikleşiyor, sanki pek bir doğru ve mantıklıymış gibi kabul görüyor.
Ya içindesindir çemberin ya dışında
BİR şeyleri yeterli görmeye başlamak, koruma duygusunun ruhunuzu teslim almasına müsaade etmek, kaybetmeye başlamanın ilk adımıdır aslında.
Bu yalın gerçeği neden futbol takımlarımız görmez, anlamak mümkün değil.
Her ne hikmetse son dönemlerde gerek Galatasaray, gerekse Fenerbahçe öne geçtikleri maçların son bölümünde skoru koruma telaşıyla geriye yaslanarak oynamayı tercih ediyor.
Şüphesiz avantajlı bir skorunuz varsa ya da rakibiniz çok güçlüyse böyle bir taktiğe yönelebilirsiniz.
Ancak “üzerine yatmak” dediğimiz anlayış, bu tutumu haklı kılacak nedenler ortada yokken uygulanıyorsa bu durumun hiçbir teknik izahının olamayacağını düşünüyorum.
Hep birlikte sebepsiz bir yürek heyecanı yaşamak hiç akıllıca gelmiyor.
Bu hali hayatın başka alanlarına uyguladığınızda, şüphesiz aynı saptamaları yapabilirsiniz.
Bazen dünyevi hırsların sizi yorduğunu fark edersiniz.
İçinde bulunduğunuz durumun ağırlığına göre, “durmak”, “vazgeçmek”, “kaçmak” mümkünlerinize dahil olur, makul gelir.
Son dönemlerde iki ünlü gazeteci, Ertuğrul Özkök ve Serdar Turgut’un sütunlarına yansıttıkları ruh hallerini izliyorum. Başta siyaset olmak üzere, mesleğin onları sıkıştırdığı rutin konulardan sıkıldıklarını, yepyeni bir hayat inşa etmenin zihin eksersizlerini yaptıklarını hissediyorum.
Beri yandan bir “Araf” kararsızlığı yaşadıkları, oyunun tamamen dışında kalmaya hazır olmadıklarını da görüyorsunuz.
Ancak böylesi durumlarda, hayat size “mevcut”u sürekli muhafaza etme imkan ve keyfini sağlamaz.
Hayatın ilahi dinamikleri balkondan bakanları kendi nimetlerine mesafelendirir.
Yani “aklım oyunda bedenim burada” halleri dünyevi hırsların pek hoşlandığı, kabullendiği şeyler değildir.
O sebeple arkana bakmadan vazgeçmeyi bilmek belki en doğrusudur.
Ne demiş düşünür, “seçmek vazgeçmektir”.
Tarih tekerrür mü ediyor
“Kırmızı ışıkta araçlar durmak zorundadır kardeşim, yayaya yeşil yanıyorsa ben geçerim” dediğinizde araç altında son nefesinizi verirken, “ama ben haklıydım” demeniz, ne fayda etmiştir.
Tamam, prensipte haklısınız, fakat bu durum sizin zarar görmenizi önlemeye yetmemiştir.
Ben, dış politikamıza hakim olmaya başlayan “Değerli yalnızlık” mottosunu bu çerçevede değerlendiriyorum.
Doğru olmak, dengeler, konjonktür, arkadan esen rüzgarlar gibi pek çok bileşenin kesiştiği noktada anlamlıdır ve sonucu alıcı bir kıymet ifade eder.
Devleti yönetmek sadece tarihinin takdirine oynamak değildir.
Kaldı ki tarihi de güçlüler yazar.
Tek parti ve askeri vesayet dönemlerimizin zihinlerimize işlediği bir propaganda klişesi vardı. Yetersizlikleri kamufle etmeye çalışılırken “fakir ama onurlu” olduğumuz söylenirdi.
Galiba tarih tekerrür ediyor.
Fenerbahçe
Fenerbahçe’ye gönül vermiş insanlar adına üzülüyorum.
Sanki hesap toptan görülüyor.
Uzun zamandır yapılan, biriktirilen yanlışların faturası arkası bir anda kesilmeye başladı.
Hırsları, aklını aşmış yönetimler, bir şeyleri yanlış yerden tutunca, yarattıkları sorunlar her alanı etkiliyor ve o gürbüz yapılar hastalıklı bir görünüme bürünüyor.
Koca camiayı etik bir töhmete maruz kılmak, savunucu konumlara düşürmek, eksiklendirmek hakikaten çok büyük haksızlıktı.
Umarız artık sıkıntılar dibe vurmuştur. Fenerbahçe’nin ulu bir çınar olduğuna şüphe yok. En kısa zamanda özlenen “basiret”in dümene geçmesini ve iyi günlerin gelmesini temenni ediyoruz.
Paylaş