TÜRKİYE, ülkenin “kürt sorunu”nun çözümü konusunda adımlarını sıklaştırmaya başladı.
Ana muhalefet partisinin açılımına iktidarın olumlu yaklaşması, akabinde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, kişisel olduğu ifade edilse de, Abdullah Öcalan için ülke bütünlüğü ve silahların susması karşılığı “ev hapsinin” bile tartışabileceğini belirtmesi bir kararlılık göstergesi olarak yorumlanmalıdır. Evvela bir saptama yapmak gerekirse, bölge “Kürt’tür, Müslüman’dır, fakirdir”. Devlet, Başbakanın da ifadesi ile Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren Kürt kimliğine yönelik “inkarcı” politikalar uygulamıştır. Vaka, Kürt olan kendini “bilgi”yle teçhiz edip, resmi ideolojiye uyum sağladığında, devlet katında bir engelle karşılaşmamışsa da, bu bahşedici ve tolere edici yaklaşım giderek incitici hale dönüşmüştür. Kürt kimliğini, diğer deyişle “etnik bilinci” uyandırarak politik ve silahlı mücadeleyi yöntem olarak seçen ve bugünlere getiren örgüt PKK’dır. PKK, Marksist gelenekten gelen, dini değerleri öncelemeyen ve fakat kimliğin ezilmişliğine vurgu yaparak belirli bir tabana erişen bir harekettir. Beri yandan bölge insanı aynı zamanda Müslüman’dır. Devlet ve devleti temsil eden iktidar, bilinen muhafazakar yapısıyla, Kürt vatandaşları, din kimliği üzerinden ülke bütününe bir entegrasyona gayret göstermektedir. Diğer başlık “ekonomi”dir, bölgenin fakirlik sorunudur. Örgüt, kendi metodolojisinde hakların silahlı mücadele ile alınmasını benimsediğinden, istikrar ve huzur bölgeye “haram” haline dönüşmüştür. İş ve aş’ın zeminini sağlayacak olan da sadece devlet düzenidir. Bu gerçeği bölge insanı herkesten önce bilmektedir. Zamanın ruhu demokrasidir. Demokrasi bir yönüyle zenginliğe giden yoldur, ama aynı zamanda insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğüdür. Devletin geçmişte ayıbı vardır. Örgüt abartılı tepkisiyle de olsa bu yanlışı gündemimize taşımıştır. Ancak seçtiği yol savunulabilir değildir. Örgüt bugün mücadelelerinin aracı değil amacı haline dönüşmüştür. Artık totaliter bürokratik yapısıyla, halkından ziyade kendine bir şeyler ister hale gelmiştir. Ayrı bir devlet sonucuna gidecek yapılanmalar, demokrasi yerine şiddet ve korku ile beslenen bir yönetim anlayışı, sırf Kürt kimliğimizi kabul ettirdik diye bölge insanını tatmin etmeye yetmez. Makul aklın kırmızı çizgileri bellidir. Tabii ki, ülke bölünmez, terör bitmelidir. Bunlar kadar vazgeçilmez olan tüm tarafların mücadelelerini demokrasi zemininde yapmalarıdır. Örgüt yönünden sıkıntı bu noktada başlamaktadır. Bu yapıların demokrasilerde oy karşılığı olmaz. Bu sebeplerle, zaten giderek homojen yapısını terk eden örgütün barış sürecini provoke etmesi sürpriz değildir. Meselenin uluslararası boyutları da diğer bir zorluktur. Denklem zordur. Ancak 21’nci yüzyıl gerçekleri ülke bütünlüğünden geçmektedir. Bu, PKK dahil herkesin gerçeğidir. Sivil toplumun yaşanan bu hengamede çözüme yönelik bir rol üstlenmesi kolay değildir. Ancak tüm yükü Devletimize bırakmak bize kolaycılık gibi geliyor. Acaba, barış ve istikrar ortamını herkesten fazla istediğini bildiğimiz doğu ve güneydoğu iş insanlarını, STK yöneticilerini İzmir’e davet etsek, ülkenin bütünlüğüne, huzur ve istikrara yönelik çabalara sivil toplumun gücüyle ortaklaşa destek versek; yanlış anlaşılmanın riskiyle sinip kalmasak... Sanki böylesi girişimler ülkeye borcumuzdur gibi geliyor.